Yunanistan’da Syriza’nın 25 Ocak seçimlerinde kazandığı büyük zaferden sonra gözler İspanya’da hızlı bir yükseliş yaşamakta olan Podemos hareketine dönmüştü. 22 Mart Pazar günü İspanya’nın en yüksek nüfuslu özerk bölgesi Endülüs’te yapılan bölge seçimleri Syriza zaferi sonrası ilk test oldu. Podemos burada istediği sonuçları elde edemedi. Bölge yönetimini daha önce de elinde tutmakta olan sosyal demokrat PSOE seçimden galip çıktı. Buna karşılık merkezi hükümeti elinde tutan PP bölge parlamentosunda 47 sandalyeden 33 sandalyeye düşerek hezimet yaşadı. Aralık ayında yapılacak genel seçimlerde İspanya’da iktidar değişimi yaşanacağı yolunda ilk işaret de böylece ortaya çıkmış oldu. Ama PP’nin yerine hangi partinin ya da koalisyon hükümetinin geçeceği daha belli değil.
Podemos büyük işsizlik ve yoksulluk yaşayan bu bölgede PSOE’nin yüzde 35 oyuna ve 47 sandalyesine karşılık sadece yüzde 15 oy aldı ve 15 sandalye ele geçirdi. Ama bu arada Podemos’un İspanya solunun eski güçlü odağı, merkezinde İspanya Komünist Partisi’nin bulunduğu Izquierda Unida’yı (Birleşik Sol) giderek gerilettiği de bir kez daha ortaya çıktı. Bu ittifak partisi 12 sandalyeden 5 sandalyeye geriledi. Nihayet seçimlerin bir yeniliği de Podemos gibi atılım yapan yepyeni bir başka partinin, Ciudadanos (Yurttaşlar) partisinin ilk seçim deneyiminde yüzde 9 oy alması, 9 sandalye elde etmesi. Ciudadanos, Katalan milliyetçiliğine tepki olarak başlayan, zamanla bütün İspanya’ya yayılan ve kendini “ilerici liberal” ve “demokratik sosyalist” olarak niteleyen bir hareket. Podemos’un oylarının beklenenden düşük kalmasında muhtemelen bir rol oynadı.
Aşağıda İspanya’da Barselona’dan devrimci Marksist yoldaşımız Pedro Marlez’in seçimlerden önce kaleme almış olduğu bir Podemos değerlendirmesi okuyacaksınız. Syriza konusunda ciddi bir yanılgı içinde olduğu seçimlerin ardından bir ay geçmeden ortaya çıkan Türkiye ve Kürt solunun Podemos’u da yakından izlemesi gerekiyor. Bu yazının bu ihtiyaca karşılık veren bir başlangıç olduğunu düşünüyoruz. (Gerçek)
Merkeziyetçilikten ve siyasi hedeflerden yoksun olması, 2011 yılında İspanya meydanlarını doldurmuş olan “öfkeliler” hareketinin dağılmasına yol açtı. Söz konusu yılın güzünde, sağcı Partido Popular’ın (Halk Partisi) elde ettiği seçim zaferi, hareketin fazla aktif olmayan unsurlarını yılgınlığa sürükledi. 2012’deki genel grevler ve kamu sektörü işçilerinin yarattığı güçlü mücadele hareketleri ise mücadele ruhunu yeniden ateşledi. Yeni hükümetin kurulmasını devletin geniş çaplı baskıları izledi. Bu baskıların doruk noktası ise, yakın geçmişte gerçekleştirilen, Ceza Kanunu’ndaki değişiklik oldu. Bugün halk hareketi, krizin başlangıcından bu yana bulunduğu en düşük seviyeye gerilemiş durumda.
Mayıs 2014 Avrupa seçimleri bütün bu siyasi süreç için bir kırılma noktası oldu. Sağ ve sosyal demokratlar bir çöküş yaşadılar. Izquierda Unida (Birleşik Sol) oylarını üçe katladı. Siyasi rejime karşı oluşan öfkeyi ve protestoları temsil etme niyetinde olan Podemos (Yapabiliriz) ise 1.200.000’in üzerinde oya, yani neredeyse %8’e ulaştı. Seçimden bu yana yapılan anketler, yeni partinin oylarında büyük bir artış öngörüyor. Bu öngörüler Podemos’un bu yıl gerçekleştirilecek milletvekili seçimlerinden, PP ve PSOE’nin önünde birinci çıkma olasılığını da içeriyor.
Podemos’un Doğuşu ve Sisteme Adaptasyonu
Podemos’un etkisi, genç temsilcilerinin ve asıl olarak da Pablo Iglesias’ın popülerliğine dayanıyor. Parti, Madrid üniversitelerinden bir grup akademisyen tarafından kuruldu. Bu kişiler, siyasi hareketlerin ve sol partilerin içerisinde geçirdikleri yıllar sırasında birbirleriyle ilişki kurmuşlardı. Latin Amerika hükümetlerine danışmanlık yapıyor ve fikirlerini bunların yayın organları aracılığıyla yayıyorlardı. Televizyondaki tartışma programlarına katılımları ve sosyal iletişim ağlarındaki aktiflikleri takipçilerini katlayarak arttırdı. Binlerce kişi yeni partiye ilgi duymaya başlayıp yerel ya da sektörel “çevreler” oluşturdu. Bugün bu çevrelere 300.000’den fazla insan üye olmuş durumda.
Podemos’un siyaseti, popülist olarak nitelenmekte. Partinin yöneticileri de bu sıfatı sahiplendiler. Onlara göre, İspanyol siyasal sisteminin temel iki hastalığı bulunmaktadır: halk egemenliğinin yokluğu ve [1970’li yıllarda Franco diktatörlüğünden parlamenter demokrasiye] siyasal geçişten bu yana bir parazitler kastı oluşmuş vaziyette. Bu kast asıl olarak PP’nin ve PSOE’nin siyasal personelinden oluşuyor. Demokrasi ve vatandaşların hayatı oligarşik ve yağmacı bir siyasal rejim tarafından boğulmaktadır. Bu rejim aynı zamanda kör kapitalizmin ve AB-Troyka bürokrasisinden gelen dayatmalarının kölesidir.
Toplumsal ve siyasal karşıtlık farklı bir söylemle dile getirilmek zorunda: Halk, ait olduğu toplumsal sınıfa ya da ideolojik farklara bakılmaksızın, değişimin aktörüdür. Siyasal kimliğin temel eksenlerini sol ve sağ değil, “tabanda” ve “tepede” olmak teşkil etmektedir. Halkın birliği kendisini, bu karşıtlığın ifade edileceği “ortak duyu” (halkın hassas olduğu talepler) üzerinden inşa etmelidir. Sağ popülizmin aksine, Podemos toplumun tümüne yönelmiyor, ulusu temsil etme iddiasında bulunmuyor. Bunun yerine iktidarla karşı karşıya gelen “halkı” temsil etme iddiasında. Hareketin karizmatik liderliği cumhuriyetçi ve demokratik gelenekten gelen halk yurtseverliği ile birleşmektedir.
Bütün çabalar hükümet olabilmeye yönelmiş durumda: yakın zamandaki mücadeleye yapılan atıflar varlığını koruyor fakat bu atıflar yalnızca mücadeleyi yürütmüş olan güçleri ele geçirip, onları iktidarı alma arzusuna yoğunlaştırmak için kullanılıyor. Mücadeleyi genişletmeye ve her Podemos üyesini bu mücadelenin bir örgütleyicisi haline getirmeye yönelik bir çağrı yok. Bu tavır pasif militanlıkla (bir örnek: Endülüs bölgesel seçimleri için yapılan ön seçimde parti üyelerinin %30’undan daha azı oy kullandı) ve parti aygıtının Madridli yöneticiler ve onların diğer bölgelerdeki takipçileri tarafından kontrol altında tutulması ile tutarlı. Milletvekili seçimlerine odaklanma, baharda yapılacak yerel seçimlerde partinin kendi adaylarını göstermesinin reddine kadar vardı. Yöneticiler örgütün kontrolünü yitirmekten ve yerel yönetimler kurmak için yapılacak uzlaşmaların sonbaharda yapılacak seçimleri kazanma görevine engel teşkil edebileceğinden korkuyorlar.
Siyasi “kast”a sürekli laf çarpmaları, Iglesias’ın Rodriguez Zapatero ile, yani 2004-2011 döneminin başbakanıyla, ya da Jose Bono ile, yani PSOE’nin sağ kanadında yer alan eski savunma bakanıyla, gizlice buluşmasına engel olmadı. Böylelikle Pablo Iglesias, hükümete ulaşmadan evvel “yüksek siyaset” (siz burjuva siyaseti diye okuyun) sahnesine çıkmış oldu.
Popülaritenin artışıyla programın ılımlı hale gelmesi el ele ilerledi. Partinin kendini tanıttığı manifestosunda borçların ertelenmesi ve denetlenmesinden, büyük enerji şirketlerinin kısmi olarak kamulaştırılmasından, özelleştirilmiş şirketlerin tekrar kamulaştırılmasından, kâr eden şirketlerde işten atmaların yasaklanmasından, geçici iş ve işçi bulma şirketlerinin tasfiyesinden, konut hacizlerinin ve hesaba mahsuben ödemelerin durdurulmasından söz ediliyordu. 5 ay sonra, Avrupa seçimleri için yayınlanan programda, borçların ertelenmesine yapılan vurgu ortadan kalkmış ve yerini bir kamu bankasının yaratılması ile genel bir vatandaşlık geliri almıştı. Partinin iktisadi programının temelleri ise birkaç hafta önce açıklandı. Bugün savunulan maddeler, borcun yeniden yapılandırılması, bankacılık sektöründe reformlar ve “en iyi uygulamalar”ın yerleştirilmesi, sağlık ve eğitim alanındaki özelleştirilmiş hizmetlerin düzenlenmeye tâbi tutulması haline gelmiş vaziyette. Ortada İspanyol kapitalizminin ve Avrupa Birliği’nin mevcut çerçeveleri içinde gerçekleştirilecek bir dönüşüm olasılığına adaptasyon olduğu besbelli.
Reformist Soldaki Yeni Durum
Izquierda Unida, Avrupa seçimlerinden aylar önce, farklı platformlarda toplumsal sorunlar konusunda faaliyette bulunan aktivistleri kendine çekerek gücünü arttırmaya yönelik başarısız bir hamlede bulundu. Bu örgüt, PSOE’nin içinde bulunduğu krize ve toplumsal hareketliliğe güveniyor, bunlar sayesinde seçim sonuçlarının kayda değer biçimde artacağını hesaplıyordu. Avrupa seçimlerinde oyları %10’a ulaştı fakat bu sonuçlar umut edilenin altındaydı. Podemos’a yönelen oylar, Izquierda Unida’nın artış potansiyelini sınırlandırdı. Bu anlarda üzerlerinde hissettikleri baskı muazzamdı. Örgütün bir kısmı, gerekirse solun diğer kesimleriyle ortak adaylar da göstererek Podemos’un atağına direnilmesi beklentisini taşırken; diğer bir kesim ise açıkça, tüm farklara rağmen mutlak bir bir yan yana gelişi savunuyordu. İçinde Komünist Parti’nin hâkim olduğu bu koalisyonun programı birçok açıdan Podemos’un solunda yer alsa da, IU sistemin yönetilmesine bulaşmuş bir partidir. PSOE ile birlikte yerel ve bölgesel özerk hükümetlerde bulunmuştur ve iki büyük partiyi etkileyen vahim yolsuzluk skandallarından da payını almıştır.
Katalonya’da durum farklı. IU’nun federe bölge örgütü ve müttefikleri, Barselona yerel seçimleri için bir koalisyon kurmayı başardılar. Solun farklı kesimlerini ve Podemos’u da içine alan bu koalisyon birçok Katalan şehrinde tekrarlandı. Bir süre önce “Katalan Syriza’sı”nın kurulması için bir çağrı yapmışlardı, şimdi bunu başardılar. Böylece ICV-EUiA (Iniciativa per Catalunya Verds - Esquerra Unida i Alternativa/ Katalan Yeşilleri Girişimi – Birleşik ve Alternatif Sol) sağında merkez soldaki milliyetçilerin ve solunda CUP’un (Bağımsızlıkçı Sol) yarattığı baskının olumsuz etkilerini dengelemeyi başardı.
Dolayısıyla, Podemos’un ortaya çıkışı ve yarattığı beklentiler, reformist solun değişimini tetikleyen en önemli unsur. Fakat tek unsur değil. Podemos’un doğuşu solun ve genel olarak aktif insanların içinde bulunduğu konumda büyük bir sarsıntı yarattı. Devam eden yan yana gelme süreci, birçok bölgede sola doğru bir dönüş yaratabilir.
Olasılıklar
Podemos’un ilk sınavı, Mart’ta ülkenin en kalabalık bölgesinde, yani Endülüs’te gerçekleşecek seçimler olacak. Mayıs’ta tüm belediyeler ile özerk bölgelerin çoğunda gerçekleşecek yerel ve bölgesel seçimler ise, Podemos’un ve reformist solun farklı ortak adaylarının gücünü ölçebilmemizi sağlayacak. Sağın ve PSOE'nin yaşayacağı ağır bir yenilgi toplumsal mücadeleyi tetikleyebilir ve solun siyasi sınırlarının ortaya konmasını sağlayabilir. Önemli şehirler ve bölgelerde solun bir zafer kazanması durumunda ise, işçilerin ve halk kesimlerinin temel sorunlarının üstüne gitmesi için karşılaşılacak baskı, kitlelerin politizasyonunda niteliksel bir sıçramaya yol açacaktır. Marksist sol, bütün bu sürecin aktif şekilde içinde yer almalı ve Podemos’un ortaya çıkmasıyla umutlanmış binlerce işçi ve gençle tartışarak, sınıf bağımsızlığının siyasi tarafını oluşturmalıdır. Oluşturulan bu güç ciddiyetle bir kopuş programını ve sosyalist ve halka hitap eden bir alternatifi hazırlayacaktır. İşçilerin, kendi programına sahip, örgütlü ve bağımsız bir güç olarak sahneye çıkması, bozuk siyasal sisteme gerçek bir meydan okuma için vazgeçilmezdir. Gün, bugündür.