2007 yılında patlak veren dünya kapitalist krizi ufukta herhangi bir çözüm olmadan sürüyor. On yıl süren sosyal yıkım ve siyasal sarsıntılardan sonra bilakis tırmanmakta. 1929 ile karşılaştırılabilecek dünya çapındaki çöküşün sonrasında tehlikeli bir çıkmaza girildi: sürekli acımasız kemer sıkma rejimi altında yaşayan milyonlarca işsiz ve düşük ücretli “esnek” emek kölesiyle, Ortadoğu'da ve hatta Avrupa'nın Doğu sınırlarında, Ukrayna'da savaşlarla; ama aynı zamanda krizden çıkmak için sürmekte olan bir toplumsal direniş ve tekrar tekrar ortaya çıkan halk isyanlarıyla dünya çapında bir durgunluk -Üçüncü Büyük Depresyon.
Uluslararası manzara bir volkana veya sürekli püskürmeler halindeki bir dizi volkana benziyor.
Savaşlar ve açlık, muazzam ve durdurulamaz çaresiz mülteciler tsunamisini, yaşadıkları bu mahrumiyetin önde gelen kaynağı emperyalist metropolün kapılarına sürüyor; parlamentarizmin çürümesi ve burjuvazinin başlıca partilerinin neredeyse çökmeleri zemininde her ülkede rejim krizleri kendini ortaya koyuyor; toplumsal ve siyasi kutuplaşma, toplumsal çatışmaların keskinleşmesi, aşırı sağ, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi, Yahudi karşıtlığı Avrupa ve Amerika'da yükseliyor ancak aynı zamanda emekçi halk isyanlarının yeni dalgaları da: Güney Avrupa'daki kitlesel hareketlilikten “Arap Baharı” ve sonrasında emperyalist müdahalenin ürettiği cehenneme düşen Suriye, Yemen ya da Libya'ya kadar. Türkiye'de Gezi’yle başlayan halk isyanından, Kobani serhildanından ve metal işçilerinin büyük fiili grevinden Temmuz 2016’daki darbe ve karşı-darbeye, Erdoğan'ın istibdadının yükselişine kadar; Yunanistan’da, AB/Avrupa Merkez Bankası/İMF troykası tarafından dayatılan toplumsal yamyamlık önlemlerine karşı sol reformist Syriza’nın seçim zaferine yolu döşeyen 2010-12 arasındaki kitlesel hareketlilikten bu partinin 2015’ten bu yana süren teslimiyetine kadar.
Yeni nitel sıçramalar artık uluslararası durumu yeniden biçimlendiriyor:
· dünyanın geri kalanı ile ekonomik, ticari ve askeri savaş çağrılarında bulunan Donald Trump’ınABD'nin aşırı sağ, ultra gerici Başkanı olarak seçilmesi, ancak milyonların, kadınların öncülüğünde, derhal ABD’de görülmedik kitlesel bir hareketliliği ile karşı karşıya kalmış olması;
· Brexit’in ürettiği şok ve şimdi de “çoklu hıza sahip Avrupa” ince kılığına bürünen Avrupa Birliği’nin dağılışı;
· Avrupa'da, özellikle faşizan Ulusal Cephe’nin başkanlık için iddialı bulunduğu ancak 2016 yılının “Fransız Baharında” ve onun Gece Ayakta (Nuits Debout) toplantılarında işçilerin mücadele kapasitelerinin kırılmamış olduğunu ilan ettikleri Fransa'da, yükselen aşırı sağın tehdidi.
2008'de Lehman Biraderlerin çöküşünden sonra uluslararası düzeyde hükümetler ve merkez bankaları tarafından alınan tüm o olağanüstü önlemler, kitlelere dönük zalim “kemer sıkmalar” ve çöküş halindeki bankacılık sistemine yönelik likidite nehirleri yalnızca başarısız olmakla kalmadı, aynı zamanda krizin yeni bir yükselişini, yeni infilakları, savaşları, devlet baskısını ve yeni devrimci çatışmaları üretti. Dünya siyaseti, sağa ve sola hararetli zikzaklar vasıtasıyla, en öngörülemez, doğrusal olmayan bir yolda hareket ediyor, bu da sömürülen ve ezilen kitlelere ve onların politik örgütleriyle toplumsal hareketlerine ağır ve acil meydan okumalar doğuruyor.
AB terminal aşamada mı?
Dağılma sürecindeki AB, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki kaos ile buluşuyor, etkileşime giriyor ve iç içe geçiyor. Bu, bahsedilen iki sürecin kaynaştığı iki ülkede en açık bir şekilde ortaya çıkıyor: AB ve İMF diktatörlüğü yüzünden zaten harap olmuş bir Yunanistan ikiz bir trajedi yaşıyor: kendi insani felaketine ek olarak, mahva sürüklenmiş bir ülkede korkunç koşullar altında sıkışan binlerce mültecinin trajedisi; ve hem bölgede, hem de Kürt halkıyla savaşa girmiş, iç çekişmeler içinde, Erdoğan’ın yükselen istibdad rejimi ile karşı karşıya kalan, derin bir kriz içindeki Türkiye.
Kuşkusuz, şimdi tarihsel gerileme içine girmiş olan kapitalizmin doğuş yeri olan Avrupa, tarihsel geçmişinde yaşanan, kan ve öfke dolu her şeyin ötesine geçen toplumsal savaşların bir arenası olacak.
Avrupa’nın egemen sınıfları tarafından ekonomik birliği için başlatılmasından 60 yıl sonra, projenin her anlamıyla bir felaket olduğu kanıtlandı:
• sürekli artan kitlesel işsizlik, ücretler ve emekli maaşlarına saldırı, sağlık hizmetlerinin, eğitimin ve demokratik hakların yok edilmesini yaşayanemperyalist birliğin üye devletlerindeki işçi sınıfı ve yoksul halk tabakaları için bir felaket.
• AB'nin ve NATO'nun eski Sovyet alanını yeniden sömürgeleştirmek üzere doğuya doğru genişlemesi ve kapitalist sömürünün mafyavari restorasyonu, sanayisizleşmeye, büyük çoğunluğun yaşam koşullarının tahrip edilmesine, Oligarkların ve rüşvetçi politikacıların minik bir azınlığının zenginleştirilmesine ve yoksullaştırılan halkın kitlesel göçüne yol açan, özellikle Orta ve Doğu Avrupa ile Balkan halkları için bir felâket.
• hem AB'nin Yugoslav savaşlarındaki rolünden günümüzde Ukrayna'nın yıkımına ve NATO'nun Rusya sınırlarına saldırgan genişlemesine Avrupa'da, hem de Libya, Suriye, Orta Doğu ve Afrika'daki bir dizi Avrupa emperyalist saldırganlığında olduğu gibi barış için bir felaket.
• hayatta kalma çabası içinde asgari yaşam koşulları arayan, "Avrupa kalesi” ile, Balkanların batısında yolu kapatan, önce Erdoğan'ın Türkiye'si ile ve daha sonra da var olmayan bir "Libya" ile yüz kızartıcı birer anlaşma imzalayarak mültecileri Akdeniz'in ve Ege denizinin ortasında boğulmaya ya da yeni toplama kamplarında hapse mahkûm eden, ya da ırkçılara, faşistlere, polise ve askerlere kurban edilmek veya yok edilmiş topraklarına "geri dönmek" zorunda kalacaklarını söyleyen alaycı bir AB ile karşılaşan, Avrupa ve ABD emperyalizminin kurbanları, milyonlarca mülteci için bir felâket.
• kapitalist açgözlülük tarafından yok edilen çevre ve tüm yaşam koşulları için bir felaket.
• dünya kapitalist krizi, ekonomik ve parasal birliktelik girişimlerini vurduğu, avro bölgesine ölümcül bir darbe indirdiği, yalnızca Yunanistan örneğinde değil, kıtadaki en büyük banka olan Deutsche Bank dâhil tüm Avrupa'da bankacılık sisteminin ilan edilmemiş bir iflasına yol açtığı, zehirli milliyetçiliği, yabancı düşmanlığını, faşizmi ve ırkçı nefreti ateşlediği, tüm ulusal ve emperyalist zıtlaşmaları beslediği ve Brexit'ten başlayarak parçalayıcı merkezkaç kuvvetlerini yoğunlaştırdığından dolayı kapitalistlerin kendileri için bir felaket.
Dünyadaki en güçlü kapitalist ülke Amerika, dünya kapitalist krizinin de merkezi. Metropoliten Avrupa, ABD kapitalizminin kendi krizini ihraç etme çabalarının Çin ve İran'la birlikte ilk hedefi konumundaki en hassas kurban.
Örgütlenmek, direnmek, savaşmak ve kazanmak zorundayız!
Donald Trump gibi korkunç bir canavarın Beyaz Saray'a seçilmesi, hem küresel kapitalist sistemin çürümesi ve krizinin bir tezahürü, hem de bu krizin hızlanması açısından güçlü ve öngörülemeyen bir faktör. Korumacılık, ekonomik milliyetçilik ve Trump’ın "her şeyin üzerinde Amerika" politikaları AB’nin çökmekte olan mabedine ölümcül bir darbe indirebilir. Tüm çelişkilerin yoğunlaşması -parçalanmış, kafası karışmış ve geri çekilmekte olan solun süregiden karamsarlığına rağmen- yeni sınıf çatışmalarının ve hatta Avrupa kıtasında devrimci gelişmelerin koşullarını üretmektedir.
Bunu, krizin ilk aşamasında, 2010-12 yıllarında Güney Avrupa'daki kitlesel seferberliklerle, "Öfkelilerin" İspanyasında ya da toplumsal sefaletin uçurumuna batmış olsa da Syriza'nın ihanetinden sonra gerilemesine rağmen şimdi bile dilenci konumuna düşürülmüş insanların hâlâ direndiği Yunanistan'da gördük.
Yeni bir mücadele dalgası geliyor. Girizgâhı, El Khomri’nin işçi düşmanı kanununa karşı 2016 Fransız Baharı'nın başlattığı isyandır. Bu, tarihteki asıl başrol oyuncusunun, Paris Komünü'nün, 1936 genel grevinin ve 68 Mayıs'ının mirasçısı işçi sınıfı olduğunu, işçi sınıfının, Ulusal Cephe’nin “deniz mavisi vebasını” yenme ve kapitalizmi devirme kabiliyetinde bir başrol oyuncusu olduğunu ortaya koydu.
Orta ve Doğu Avrupa'da ve AB'nin genel kriziyle NATO ile Rusya arasındaki dalaşmadan etkilenerek istikrarsızlaşan yoksullaştırılmış Balkanlar'da, kitlesel huzursuzluk, ulusal çatışmalar, Macaristan ve Polonya'daki aşırı sağ hükümetlerin yükselişini görüyoruz -aynı zamanda da Romanya, Moldova, Bulgaristan, Karadağ, Makedonya, Kosova, Sırbistan ve Bosna'da tekerrür eden toplumsal isyanları. Polonya'da bile, ultra-muhafazakâr rejim tarafından kürtaj karşıtı yasanın genişletilmesine karşı kadınların muzaffer "Siyah Grevi" gerçekleşti. Bölgenin AB ile "bütünleşmesi" sahte bir hayalden bir karabasana dönüştürüldü.
Avrupa burjuvazisi, tarih boyunca, kıtayı ya savaş yoluyla ya da "barışçıl" bir ekonomik süreçle birleştirmek konusundaki mutlak yetersizliğini tarihsel olarak kanıtlamıştır. Sağcı popülistler ya da "sol" milliyetçilerin burjuva ulus devletinin deli gömleğine dönüş çağrısı felaketin reçetesidir. Ekonomik yaşamın milliyetçilikle zehirlenmesi faşizme yol açtığı gibi kapitalist krizin üstesinden gelememeye de mahkûmdur.
Yalnızca işçi sınıfı krize son verebilir ve kıtayı emperyalist AB'nin yıkıntıları üzerinde, yeni ve sosyalist temellerde Lizbon'dan Vladivostok'a Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’ni inşa etmek için savaşarak birleştirebilir.
Avrupa'nın işçileri ve yoksulları, cinsiyete, etnik-milli kökene, dine veya cinsel yönelime ilişkin her türlü ayrımcılığa karşı tüm ezilenlerle dayanışma ve ortak bir mücadele içinde olmadan kendilerini özgür kılamazlar. Göçmenler ve mültecilerle olduğu kadar, Ortadoğu, Asya, Afrika ya da Latin Amerika'da emperyalizm tarafından ezilen tüm halklarla ortak bir mücadele zorunludur.
Dünya krizinin patlak vermesinin ardından gerçekleşen birinci tur mücadelelerde, Akdeniz’in çevresindeki iç bağlantı çok açık hale geldi: Madrid'deki Puerta del Sol, Kahire'de Tahrir meydanıyla ve ardından Atina’da Sindagma meydanıyla, İstanbul'da Gezi Parkı ve Taksim meydanıyla ilişki içindeydi.
Arap devriminden mezhepçi kâbusa
Arap devrimi, özellikle Mısır’da ve Tunus'ta kısmi galibiyet elde eden devrimler, uluslararası arenada muzaffer bir devrimin olmadığı uzun bir döneme son verdi. Dünyanın gördüğü en son muzaffer devrimler İran'da ve Nikaragua'da, her ikisi de 1979'da gerçekleşen, ne yazık ki daha sonra akamete uğrayan devrimlerdi. Özellikle Mısır devrimi birbiri ardına üç farklı iktidar yapısı ile savaşan, modern tarihin en güçlü kitle ayaklanmalarından biriydi. Bunlardan ikisini alaşağı etmeyi başardı, ancak nihayet 2013 ortasında General Sisi'nin Bonapartist rejimi tarafından durduruldu. Hüsnü Mübarek'in hapishaneden yakın zamanda salıverilmesi, Mısır halkının kahramanca mücadelesine hakarettir ve devrimin en azından geçici olarak yenilmiş olduğunu göstermektedir. Devrimin yenilgisinin ana nedenlerinden birinin devrimci proletarya partilerinin yokluğu olduğuna işaret edilmesi önem arz ediyor, yani böyle partilerin inşası tüm ülkelerimizde yakıcı bir sorun.
Emperyalizm Arap devrimini durdurmak için müdahale etti ve Ortadoğu'da kaosu yaydı: Suriye ve Libya'daki cehennem, Mısır'daki Sisi diktatörlüğü, Yemen'deki mezalim. Sözde "Irak ve Şam İslam Devleti" nam-ı diğer DAİŞ (IŞİD), 15 Mart 2011'deki Suriye ayaklanmasını mezhep temelinde bir iç savaşa dönüştürme arayışları içinde, emperyalizmin kendisi ve başta Suudi Arabistan, Katar ve Erdoğan'ın Türkiye'si olmak üzere bölgesel müttefikleri tarafından yaratılan bir Frankeştayn'dır. Büyük kentlerin merkezlerinde muazzam işsizlik ve sefalet gedikleri yaratan ekonomik krizin sonuçları kadar dışlanmış Müslüman ve Arap toplumlarına karşı süregiden ırkçılık ve ayrımcılık da Daiş tarafından uygulanan nihilist terörü besliyor.
Suriye Kürdistanı Rojava'da, Daiş'e muzaffer şekilde gerçekten direnen tek güç olan kahraman Kürt halkı, ABD emperyalizminin entrikalarından, gizli diplomasiden ve Türk devletinin kendi sınırlarının ötesinde bile Kürtlerin haklarına dönük uzlaşmaz itirazından kaynaklanan yeni tehlikelerle yüz yüze geliyor.
Beyaz Saray’da başkanın çevresinde ultra-Siyonistler ile en saldırgan Yahudi düşmanlarını bir araya getiren yeni Trump yönetimi, dehşeti turmandıracaktır. Bu yönetim İsrail’de, Filistin toprağındaki yerleşimleri genişleterek ve hatta Batı Şeria’yı ilhak etme planları yaparak Filistin halkının Nakba’da yaşadığı süreci tamamlama yolunda yürüyen aşırı sağ Netanyahu hükümetine kol kanat germektedir. Aynı zamanda Filistin kıyılarında bulunan doğal gazın işletilmesi için de planlar yapılıyor. Bunun anlamı, Filistin halkının her bakımdan kendi hakkı olan çok kazanç getirecek bir doğal kaynaktan yararlanmasının önüne geçileceğidir. Bu yıl, Britanya emperyalizminin Siyonizme Filistin’de bir “Yahudi yurdu” kurma fırsatını sunan ve böylece Filistin halkının köleleştirilmesinin tarihsel temelini atan o uğursuz belgenin, Balfour Deklarasyonu’nun 100. yıldönümünü yaşıyoruz. Hep ezilmiş olan bu halkın haklarını, kendi kaderini tayin edebilmesini savunmak için kolları sıvayalım.
Ayrıca, Trump yönetiminin stratejisi, İran ve bölgedeki müttefikleriyle çatışma yaratmak üzere, bölgenin oligarşik Arap rejimlerinin Suudi Arabistan’ın liderliği altında İsrail’le bir savaş ittifakı oluşturması amacıyla gerici Sünni-Şii mezhep bölünmesini istismar etmektir. Bu, bugün muhtemelen dünyadaki en gerici devlet olan, bir rantiyeler çetesi tarafından yönetilen Suudi Arabistan devletinin daha da fazla fosil yakıt kaynağını ele geçirme çabasının ve Türkiye’nin, Erdoğan’ı bütün Sünni dünyanın “Reis”i yapmayı saplantı haline getirmiş AKP hükümetinin eline oynayacaktır.
Ancak, biz inanıyoruz ki Arap devriminin ve başka ülkelerdeki uzantılarının ivmesi henüz bütünüyle tükenmemiştir. Tunus’un işçi sınıfı gençliğinin, tam bir “halk şenliği” olan Tahrir meydanının, Yemen, Bahreyn, Ürdün veya Fas’ın halklarının aşağılık yönetimlere karşı gözü pek direnişinin, Türkiye’de Gezi halk isyanının baş döndürücü yaratıcılık patlamasının ve kahramanca direnişinin, Rojava’nın ilk kurulduğu aşamada doğan kurtuluş coşkusunun yaşanmışlığı, bütün bu deneyim, hiç kuşkusuz ardında yeni mücadelelerin üzerinde yükseleceği izler bırakacaktır.
Acil bir duruma acil bir yanıt gerekiyor
Emperyalist savaşı genel bir savaş haline getirme dinamiği her zamankinden büyük bir tehlike arz ediyor, dünyanın bütün halklarını tehdit ediyor: Emperyalizmi ve savaşı yenilgiye uğratmak için her yerde mücadele etmemiz gerekiyor. Trump’ın başa gelmesinden önce bile ABD emperyalizmi, Avrupalı müttefikleriyle el ele, hem Rusya’yı hem de Çin’i mümkün olan her yöntemle kuşatıp koşullar elverdiğinde dizlerinin üzerine çöktürtmek üzere hummalı bir faaliyet içindeydi. Enerji kaynakları dolayısıyla Ortadoğu’yu kontrol etme dürtüsünün de eşlik ettiği bu dik kafalı politika muhtemelen, er ya da geç, dünyayı bir Üçüncü Dünya Savaşı felaketine sürükleyecektir. Rosa Luxemburg’un Birinci Dünya Savaşı’nda ortaya koyduğu seçenekler şimdi her zamankinden daha da günceldir: Ya sosyalizm ya barbarlık!
Bu yakıcı koşullar altında emperyalizmden, kapitalist barbarlıktan ve sömürü ile zulmün her biçiminden kurtuluş için mücadele etmekte olan bütün militan güçlerin, uluslararası durumda ortaya çıkan değişiklikleri ve zorlu sorunları tartışmak ve bir ortak uluslararası eylem programı geliştirmek üzere bir Acil Konferans’ta buluşması bir ihtiyaçtır.
Kristiyan Rakovskiy Balkan Sosyalist Merkezi ve Redmed internet ağı son yıllarda bu tür üç konferansı başarıyla düzenlemiş bulunuyor. Şimdi, durumun aciliyetinin ve eylemli bir enternasyonalizmin bütünüyle bilincinde olarak, Avrupa’da, Ortadoğu’da ve dünyanın her yerinde mücadele etmekte olan bütün militan işçi ve halk örgütlerini ve farklı geleneklerden gelen devrimci sol hareketleri bizimle Yunanistan’ın başkenti Atina’da 26-28 Mayıs 2017 tarihlerinde toplanacak olan 4. Avrupa-Akdeniz Acil Konferansı’nda buluşmaya davet ediyoruz.
Bu yıl, tarihte bir işçi devletini ilk kez kalıcı biçimde oluşturan büyük Ekim devriminin 100. yıldönümüdür. 20. yüzyılda yaşanan bütün öteki devrimler ve kapitalizmin ilgasıyla sonuçlanan geçişler, hatırı sayılır ölçüde, bu gür kaynaktan fışkıran ürünlerdir. İlhamımızı Ekim devriminden alalım, her türlü kurtuluş ve özgürleşme mücadelesine yön verecek bir uluslararası hareketi yeniden yaratalım, geçmişin hatalarından kaçınalım ve gerilemekte olan kapitalizmin bizi içine sürüklemekte olduğu barbarlığı ebediyen olanaksız hale getirecek biçimde uluslararası ölçekte bir sınıfsız toplumun temellerini yaratalım.
25 Mart 2017