- 27-28 Eylül’de, önce Ermenistan’ın Azerbaycan’a bağlı bölgeleri top ve havan atışıyla vurması, ardından da Azerbaycan ordusunun tüm cephe hattı boyunca karşı taarruza geçmesiyle Dağlık Karabağ’da savaş yeniden başladı ve hızla tırmandı. Savaş yeniden başladı diyoruz çünkü Azerbaycan ve Ermenistan arasında ilk kıvılcımları daha Sovyetler Birliği’nin dağılış süreci içinde 1988’de ortaya çıktıktan sonra 1992’de başlayan savaş 1994’te ilan edilen ateşkese rağmen bir barış ile sonuçlanmadı ve Dağlık Karabağ ve etrafında bulunan bazı bölgeler o zamandan bu yana Ermenistan ordusunun işgali altında bulunuyor. Ateşkes süreci içinde zaman zaman küçük çaplı çatışmalar yaşanmış olsa da bölgedeki çok yönlü güç dengesi yeni bir savaşın çıkmasına engel olmuştu.
- Öncelikle Türkiye’nin emekçi halkı yaşanan savaşa, kendi hâkim sınıfları ile Azerbaycan’ın petrol rantiyesi oligarkları arasındaki ittifakın gözlüğünden bakmamalıdır. Çünkü bu gözlükle bakıldığında Ermenistan’ın kardeş emekçi halkının Türkiye’deki ve Azerbaycan’daki müstebit burjuva rejimlerine benzer bir rejime karşı verdiği büyük mücadele görülmeyecektir. Azerbaycan’da ise, Aliyev istibdadının baskısı altında kalsa da, siyasette bir yanda liberal-Batıcı diğer yanda milliyetçi partilerde çarpık bir burjuva muhalefetinde ifadesini bulsa da, petrol rantından payına yoksulluk düşen Azerbaycan emekçi halkının tepki içinde olduğu açıktır. İster Azerbaycan’da ve Türkiye’deki gibi emekçi halkın ekmek ve hürriyet mücadelesi bastırılmış olsun, ister Ermenistan’da 2018’de olduğu gibi bu mücadele müstebit bir oligarşik iktidarı devirmiş (Sarkisyan) ama yozlaşmış bir liderlik altında (Paşinyan) yoldan çıkartılıp saptırılmış olsun sonuçta tüm emekçi halkların çıkarları ortaktır. Savaşın yarattığı ateş fırtınası bugün bu gerçekliği görünmez kılmaktadır. “İki devlet tek millet” demagojisi altında Türkiye ve Azerbaycan hâkim sınıfları, şovenizmi kullanarak sonuna kadar sömürüp ezdikleri emekçi halkın öfkesini Ermeni halkına yöneltmektedirler.
- Karabağ’ın 1994’ten bu yana Ermenistan tarafından işgal altında tutulmasının Ermenistan oligarkları dışında bu ülkenin emekçi halkına olduğu gibi Karabağ’da çoğunluk olan Ermeni nüfusa da gerçek bir faydası olmamıştır. Bilakis oligarşi ister Sarkisyan ister Paşinyan tarafından temsil edilsin Karabağ sorunu, Azerbaycan ve Türkiye ile yaşanan gerilimler üzerinden ülke içinde milliyetçi bir konsolidasyon yaratarak hakimiyetini sürdürmektedir. Halbuki Ermenistan, ne Sarkisyan’dır ne de Paşinyan! Bizim için Ermenistan, 2018 yılında ekmek ve hürriyet için isyan eden Ermeni halkıdır. O halk ki bizim kardeşimiz ve dostumuzdur. 1915’ten yüzyıl sonra Türkiye’nin işçi sınıfı öncüsü ve sosyalistleri olarak askeri, siyasi, diplomatik vb. bir dizi meseleyi tartışmadan önce birinci ve en önde gelen sorumluluğumuzun Ermeni halkına karşı kışkırtılan şovenizme karşı mücadele olduğu açıktır. Zira eğer tüm zorluklara rağmen bu mücadeleyi vermezsek önceki savaşlarda olduğu gibi bu savaşta da bazı topraklar el değiştirecek, yeni bir denge kurulacak, emekçi halklar birbirine karşı düşmanlık bilemeğe devam edecek ve her ülkenin hâkim sınıfları bu sayede halklarını yoksulluk ve baskı altında tuttukları yozlaşmış rejimlerini sürdürecektir. 2020 yılında yeniden başlayan Karabağ savaşı da mevcut koşullar altında farklı bir sonuç vermeyecektir.
- SSCB’nin dağılmasının ardından Rusya Federasyonu’nun bölgede zayıflayan ama devam eden askeri ve siyasi nüfuzu karşısında, Batı emperyalizminin Türkiye üzerinden Azerbaycan’da, Fransa ve ABD’deki Ermeni diasporası üzerinden de Ermenistan’da sağladığı etki bir denge oluşturmaktaydı. Bu dengede Ermenistan her zaman Rusya’ya, Azerbaycan ise Batı emperyalizmine ve Türkiye’ye yakın taraf oldu. Azerbaycan SSCB’nin dağılmasının ardından 1997’de kurulan ve Batı emperyalizminin etki dairesindeki ülkelerin oluşturduğu GUAM’ın (Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldovya) bir parçası iken Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Belarus’la birlikte Rusya’nın etki dairesinde oluşturulan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün içindedir. Ermenistan, Gümrü kentinde bir Rus askeri üssüne de ev sahipliği yapmaktadır.
- SSCB döneminde Karabağ konusunda Azerbaycan lehine bir siyasi ve hukuki denge kurulmuşsa da Sovyet ordusunun Kafkaslardaki askeri konumlanışında Ermenistan öne çıkmıştır. SSCB’nin dağılması sürecinde bu durum nüfus ve ekonomi açısından zayıf konumda olan Ermenistan’ın askeri alanda Azerbaycan’a üstün gelmesi sonucunu doğurmuş ve 1994 savaşında Azerbaycan ordusu yenilmiştir. Bu aşamadan sonra Azerbaycan ordusunun yeniden inşasında SSCB döneminden kalan Rus altyapısı üzerinde Türkiye’nin inisiyatifiyle NATO prensip ve perspektifleri çerçevesinde bir yeniden yapılanma başlamıştır. Aradan geçen 26 yılın ardından Kafkaslar hâlâ Rusya’nın nüfuz dairesi içinde olsa da Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı üstünlük sağlayan askeri gelişimini Türkiye üzerinden NATO’ya borçlu olduğunu görüyoruz. Tüm bunlar bir bütün olarak Azerbaycan’ı Gürcistan’dan sonra NATO’nun Kafkaslar’da genişleme perspektifinin en güçlü adayı haline getirmektedir. Ayrıca son süreçte Azerbaycan kamuoyunda kullanılan propaganda dilinde sürekli “Rusya destekli Ermenistan güçleri” ifadelerinin kullanılması, benzer bir dilin Türkiye’deki iktidar cephesi tarafından da tercih edilmesi, Karabağ savaşının Kafkaslar’da Rusya-NATO gerilimi içerisine yerleştirilmek istendiğine işaret etmektedir.
- Ancak tüm bunları keskin ve hiç geçişkenliği olmayan bir saflaşma olarak göremeyiz. Örneğin Türkiye ile Ermenistan arasında Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde futbol maçı diplomasisiyle başlayan normalleşme süreci Azerbaycan’da çok ciddi bir rahatsızlığa sebep olmuştu. Bu rahatsızlığın da etkisiyle 2008 Rusya-Gürcistan savaşında Türkiye doğrudan ABD ile birlikte Gürcistan’ın yanında yer alırken, Rusya, Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan’a bazı güvenceler vererek onun nötr kalmasını sağlayabilmiştir. Diğer yandan İran’daki Azerbaycan kökenli azınlık bu iki ülke arasında ciddi bir gerilim unsuru olagelmiştir. Bu fay hattından İsrail Azerbaycan’la, İran da Ermenistan’la ilişkilerini geliştirerek yararlanmaktadır. İsrail özellikle de 2014-2015 yıllarından bu yana, tarihsel olarak bölgenin silah tedariki tekelini elinde tutan Rusya’yı da geçerek, Azerbaycan’ın en büyük silah tedarikçisi konumuna gelmiştir.
- Yoksul Ermenistan halkının 2018 yılında ülkeyi yöneten oligarşiye karşı ekmek ve hürriyet isyanı bu noktada dengeyi sarsan önemli bir gelişme olmuştur. Ermenistan halkının isyanı 2018 yılında İran, Irak, Tunus, Romanya, Slovakya ve Ürdün’de yaşanan büyük halk hareketlerinin bir parçasıdır. Bu hareketin sonucu olarak Sarkisyan’ı deviren ve iktidara gelen Paşinyan ise bu halk hareketinin önderi değil durdurucusu olmuştur. Paşinyan halkın gücüyle hareket eden değil halkın isyanını durduran bir burjuva politikacısı olarak haliyle iktidarını, halkın taleplerini yerine getirerek değil büyük güçler arasında manevra yaparak korumaya yönelmiştir. Rusya ile stratejik işbirliği ve müttefiklik ilişkilerini bozmadan Batı’ya doğru açılım yapmaya çalışan, NATO zirvelerinde boy gösteren, Trump’ın güvenlik danışmanını Erivan’da ağırlayan Paşinyan, kendisini Kafkaslar’da demokratik ve Batılı bir güç olarak pazarlayarak Karabağ sorununda kendisine müttefikler bulmaya çalışmıştır. Tüm bunları yaparken hiçbir aşamada Rusya ile stratejik ittifak ilişkisine bağlılık beyanlarından vazgeçmeyen Paşinyan’ın Rusya’nın kırmızı çizgilerine basmamaya gayret gösterse de bu çizgilerin üzerinde gezinmekte olduğu açıktır.
- Paşinyan adeta Tayyip Erdoğan’ın dış politika manevralarını taklit etmektedir. Tabii haliyle bu tür manevraların Türkiye’yi içine soktuğu zorlu durumlar ve açmazlar Ermenistan’ın da başına gelmeye başlamıştır. Rusya ve Ermenistan arasındaki stratejik ittifak dairesini aşmayan ama ciddi boyutlara ulaşan bir gerginlik yaşanmaya başlamıştır. Rusya, Sarkisyan’ın devrilmesini kendisine bir tehdit olarak yorumlamış, Paşinyan’a baştan itibaren düşmanca olmasa da epey kuşkulu şekilde yaklaşmıştır. Örneğin Rus enerji şirketleri Ermenistan’a petrol ve doğalgaz ihracında Sarkisyan döneminden daha az bonkör davranmaya başlamış, fiyatları arttırmıştır. Paşinyan, çalkantılı bir sürecin sonunda iktidara gelmesinin doğal bir sonucu olarak Sarkisyan döneminden kalan bürokratları tasfiyeye girişince bu da Rus karşıtı bir hamle olarak kodlanmıştır. Peşinden Rusya’nın Dağlık Karabağ konusunda Ermenistan’ı sıkıştıran diplomatik açıklamaları gelmeye başlamıştır.
- Örneğin Dağlık Karabağ sorununun çözümü için arabulucuk yapan Rusya, ABD ve Fransa’nın eş başkanlığında oluşturulan Minsk Grubu’nun Karabağ sorununda Ermenistan’ın işgal ettiği 7 bölgeden çekilmesini öngören kararları, bizzat Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov tarafından kamuoyunun önünde zikredilip hatırlatıldığında bununla verilen mesaj açık olmalıdır. Paşinyan ise geri adım atmak yerine Rusya’nın önüne daha büyük bir çelişkiyi koyarak ileriye doğru hamle yapmayı seçmiştir. Doğu Akdeniz’de Libya’da, Suriye’de askeri olarak Türkiye ve Rusya’nın karşı karşıya olması durumunu kendi lehine kullanmak istemiştir. Özellikle Libya cephesinde Fransa’nın da Türkiye ile ciddi bir ihtilaf halinde olması Paşinyan ve Ermeni generalleri için belli ki bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Nitekim 13 Temmuz’da Azerbaycan’dan çıkan petrol ve doğalgaz boru hatlarının geçiş bölgesi olan stratejik Tovuz bölgesine Ermenistan ordusu yoğun bir saldırı gerçekleştirdiğinde Türkiye cephesinde bir süre ciddi bir suskunluk ve tepkisizlik yaşanmıştır. Ne zaman ki Libya’da Türkiye ve Rusya’nın ateşkes için ortak çalışma kararı alınmış ondan sonra Türkiye Azerbaycan’a üst düzey askeri heyetler göndermeye, ortak tatbikatlar yapmaya başlamıştır. Belli ki Tovuz saldırısı Rusya’nın icazetiyle ya da göz yummasıyla olmuştur. Fransa’nın da Türkiye’yi Doğu’dan sıkıştıran bu gelişmeden memnun olduğuna şüphe yoktur. Daha sonra 21 Eylül’de Rusya’nın 80 bin askerle düzenlediği Kafkas 2020 tatbikatında Belarus, Çin, Pakistan ve Myanmar’la birlikte Ermenistan da yer almıştır. Tüm bunlar Ermenistan’ı, Azerbaycan’a karşı hattı ileride tutma konusunda cesaretlendirmiştir.
- Ancak Tovuz saldırısı karşısında Türkiye ve Azerbaycan’ı pasif bırakan durum zaman içinde değişmiştir. Türkiye, Libya’da Mısır ve Rusya ile, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Fransa ile ciddi askeri gerginlikler yaşarken, Suriye’de İdlib cephesi sıcaklığını korurken Kafkasya’da yeni bir cephe açmaktan imtina etmişse de 13 Temmuz’dan 27-28 Eylül’e gelinceye kadar Türkiye, Doğu Akdeniz’de büyük ölçüde ricat etmiş, Libya’da kendisine rağmen imzalanan ateşkesi sineye çekmek zorunda kalmış, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile ihtilafını NATO’ya havale ederek dondurmuş, nihayet Oruç Reis gemisini dahi Antalya limanına çekmiştir. Doğu Akdeniz’de ricat bozguna dönüşürken, Kafkasya’da Rusya Ermenistan çelişkisi belli ki yeni bir fırsat olarak görülmüştür. Azerbaycan’ın, Ermenistan saldırılarına karşı taarruzla cevap vermesi halinde Rusya’nın, Minsk Grubu’nun çizdiği çözüm çerçevesi içinde kalan bölgelerin bazılarının Azerbaycan ordusunun eline geçmesine çok da ses çıkarmayacağı öngörülmüştür. Bu öngörü ışığında her ne kadar medya organlarında Dağlık Karabağ’ın tamamının kurtarılmasına dair yüksek perdeden nutuklar atılsa da askeri operasyonun baştan Rusya’yı karşı bir hamleye kışkırtmayacak bir sınırda planlanmış olması muhtemeldir. Bu durumda savaşın çok uzun soluklu olmayacağı, Azerbaycan’a stratejik olmasa da taktik ve moral bir üstünlük sağlayarak biteceği öngörülebilir.
- Rusya eğer belirli bir aşamada devreye girerek ateşkesin sağlanmasında belirleyici rol oynayıp Kafkasya’daki belirleyiciliğinin tekrar altını çizebilirse, savaş Paşinyan’ı devirmeyi ya da Rusya karşısında diz çöktürmeyi sağlayacak kadar bir etki yaratırsa Putin bu sürecin sonunda kendini kazananlar arasında görecektir. Gelinen aşamada Paşinyan’ın da dillendirmeye başladığı gibi mesele Karabağ’da bir Rus barış gücünün görevlendirilmesiyle sonuçlanırsa Putin için bu kazanç çok daha net olacaktır. Tabii savaş lambadan çıkan bir cin gibidir. Kontrolden çıkması kontrol altına alınmasından her zaman daha olasıdır. Bu süreçte eğer Ermenistan ağır bir hezimet alırsa bu, Rusya’nın himaye ettiği bir gücü koruyamadığı anlamına gelecek ve Ermenistan’ın yenilgisi bir anda Rusya’nın yenilgisine dönüşebilecektir. Elbette ki bu savaş bir kez başladıktan sonra bu savaşın kontrolden çıkmasını isteyenler olacaktır. Özellikle de savaştan çok uzak bir coğrafyada olan kaybedecek çok az şeyi olup, yaşanacak kaostan büyük fayda sağlayacak olan güçlerdir bunlar. Özellikle son dönemde Rusya ile adeta bir soğuk savaş yaşamakta olan İngiliz emperyalizmi bu doğrultuda bir tutum içinde olabilir. Britanya devleti, Batılı güçler içerisinde Karabağ’da resmen ateşkes çağrısı yapmayan neredeyse tek ülke olarak dikkat çekmektedir. Ateşkes ve itidal çağrısı yapan ABD’nin ise Karabağ dolayısıyla Rusya ile kendi inisiyatifi haricinde yeni bir gerilim yaşamayı istememekle birlikte son tahlilde meseleye NATO’nun Kafkaslardaki yayılma perspektifi açısından yaklaşacağı düşünülmelidir. Erdoğan’ın ağzından söylenen, Dışişleri Bakanlığı’ndan Savunma Bakanlığı’na diğer yetkili ağızlardan sürekli tekrarlanan, ateşkesi reddeden ve Azerbaycan ordusunun harekâtını teşvik edip, her yolla yardım vadeden açıklamaların ABD ve İngiliz emperyalizmin bu niyetleriyle örtüşmesi söz konusudur.
- İsrail de hâlihazırda başlayan savaşla birlikte Azerbaycan ve İran arasındaki gerilimin artmasını ellerini ovuşturarak izlemektedir. Ayrıca Doğu Akdeniz’de ricat eden Türkiye’deki iktidarın bir yolunu bulup İsrail’le anlaşma olanağını aradığı kimse için sır değil. Mısır’la normalleşme tartışmaları İsrail’le anlaşmanın ilk adımı olarak iktidar medyası ve AKP’li siyasetçiler tarafından sürekli gündemde tutuluyor. Trump’ın 100 yılın anlaşması adı altındaki emperyalist-Siyonist saldırı planı ise İsrail’le yakınlaşmak isteyen iktidara istediği gibi bir psikolojik ortam sunmuyor. Ancak bu noktada da şovenizm hâkim sınıfların yardımına koşacak gibi görünüyor. İsrail’in Azerbaycan’a desteğinin bir dizi iktidar yanlısı yazar ve yorumcu tarafından gizlenmek bir yana vurgulanması son derece manidardır. Irkçı ve şoven Ermeni düşmanlığının, Siyonizmin reklam kampanyası için kullanılmasına ilk defa rastlamıyoruz. ABD’de ve Avrupa’da parlamentolara getirilen Ermeni soykırımı tasarılarının reddedilmesi için Siyonist lobilerin Türkiye ile işbirliği Türk halkına her zaman büyük bir övgüyle anlatılmıştır. Nihayet İsrail de bölgede, savaşın Azerbaycan ve İran arasındaki gerginliği had safhaya çıkartacak, İran içinde Azerbaycan kökenli halkın ayrılıkçı hareketlerini teşvik edecek şekilde büyümesinden yana olan güçlerden biridir.
- Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki savaşın yaratacağı olası siyasi sonuçlar yelpazesinde her iki ülkenin olduğu kadar bölgenin diğer ülkelerinin emekçi halklarının lehine de bir durum yoktur. Türkiye yangına körükle gitmemelidir. Suriye’deki paralı askerlerin bir bölümü Karabağ bölgesine sevk edildiyse, Türkiye savaşa maddi destekle Azerbaycan yanında katılıyorsa buna derhâl son verilmelidir. Bu konuda devletler nezdinde yapılan resmi yalanlama açıklamaları ile Suriyeli bazı örgütlerin uluslararası basına yansıyan açıklamaları ve siyasal İslamcı bazı çevrelerin bu konuda yaptığı övgü dolu propaganda faaliyetleri ciddi bir çelişki göstermektedir.
- Dar anlamda Dağlık Karabağ sorununun çözümü dahi ufukta gözükmemektedir. Dolayısıyla Kafkasya’da da işçi sınıfının gücüne ve emekçi halkın seferberliğine dayanan, müstebit iktidarların şovenist propagandası altında birbirine düşmanlaşan değil bu iktidarlara karşı ekmek ve hürriyet mücadelesinde ortaklaşan bir mücadele dışında çözüm yolunu açmanın imkânı yoktur. SSCB dağılırken milliyetçi düşüncelerle hürriyetine kavuştuğunu düşünen halkların içine çekildiği savaş, düşmanlık ortamı; en önemlisi de Kafkas halklarının büyük güçlere yeni zincirlerle bağlanmış olduğu gerçeği bizleri çözümün kendisini değilse de ipuçlarını Ekim devriminin ardından bu bölgenin yaşadığı neredeyse bir asırlık sükûnet ve barışta aramaya yöneltmeli. Geçmişimizde sadece düşmanlık, katliam ve soykırım yok! Unutmayalım 1908 Hürriyet devriminden Bakû Komününe, oradan Doğu Halkları Kurultayı’na Ermenistan ile Türkiye ve Azerbaycan halkları sadece birbiriyle savaşmaz birlikte devrim de yaparlar!
- Kafkaslar’ın içinde yer aldığı geniş coğrafyada modern tarih boyunca yaşanan her altüst oluş, Kafkasya’nın kendi içinde ve çevresinde ulusal katliamlara dönüşmektedir. 1905 Rus devriminde böyle oldu. 1917 devrimini izleyen aylarda Bakû Komününün yükselttiği devrimci bayrak yine Azeri-Ermeni çatışmalarının kanıyla lekelendi. Nahçivan ve Dağlık Karabağ erken Sovyet döneminde iki ulus arasında hep sorun yarattı. Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov reformları siyasi atmosferi biraz gevşettiğinde ardı ardına Sumgait, Hocalı ve Dağlık Karabağ ile Kafkaslar barut fıçısına döndü. Sovyetler Birliği’nin dağılışından 30 yıl sonra Kafkaslar’da Ermenistan-Azerbaycan gerilimi hâlâ her türlü başka politik sorunun üzerini örtüyor. Son çeyrek yüzyılda hiçbir Türk hükümeti Ermenistan ile ilişkileri düzeltemediyse, bunun ardında bir ölçüde Ermeni-Azeri geriliminin Türk hükümetlerini felç etmesi de yatıyor. Ama Anadolu’da sorun Türk-Ermeni gerilimi olmakla kalmıyor. Ermenilerin vatan gördüğü toprakların bir kısmını Kürtler de kendi yurtları olarak görüyor. Yani aynı topraklar üzerinde üçlü bir iddia var ve hepsi birbiriyle çelişiyor. İran’daki Azerbaycan kökenli Türk azınlık emperyalizm ve Siyonizm tarafından devamlı kışkırtılıyor.
- Benzer bir yapıyı Balkanlar’da da, Ortadoğu’da da görüyoruz. Ulusal, etnik ve mezhepsel fay hatları buralarda kurulu devletlerin içinden geçmekte ve tüm bölgeyi sonu gelmeyen çatışmalarla emperyalizmin her daim müdahale ve nüfuz alanı haline sokmaktadır. Özellikle Balkanlar’da ve Kafkasya’da işçi devletlerinin var olduğu, bugün ezeli düşman olarak sunulan halkların federatif yapılar içinde birlikte yaşayabildiği, sorunların tamamı çözüme kavuşmasa da tüm bu dönem boyunca yaşanan göreli sükûnet ve huzur ortamı, bizlere Balkan ve Kafkas halkları arasında düşmanlığın ezeli olmadığı kadar ebedi de olmadığını göstermektedir. Öyleyse, Doğu Anadolu-Ortadoğu-Kafkasya hattında ulusal sorun yalnızca bir federasyon savunularak çözülebilir. Tarihin derinliklerinden gelen Türk (Azeri) – Ermeni – Kürt – Farsi çelişkilerini, her biri bağımsız ulusal devletler aracılığıyla adil, kalıcı ve istikrarlı bir çözüme kavuşturmak mümkün değildir. Bu çelişkiler bir yüzyıldan uzun bir süredir, en azından 1894-96’dan bu yana yaşanmakta olan katliam ve mücadelelerin ortaya koyduğu gibi stratejik karakterdedir. Çözüm sadece Kafkas halklarının bir sosyalist federasyonda birleşmesi ile bulunacaktır. Bu çözüm yolu Balkanlar’da da Ortadoğu’da da emperyalizmin ve hâkim sınıfların karşısında emekçi halkın tek çözüm yoludur.
- Devrimci İşçi Partisi, kendileri de devrimci Marksist temellerde örgütlenme mücadelesi içinde bulunan Azerbaycanlı ve İranlı yoldaşlarıyla birlikte Bakû Doğu Halkları Kurultayı’nın 100. yıldönümü vesilesiyle “ikinci bir Bakû” çağrısı yapalı sadece bir ay oluyor. O çağrı, bütün bir bölgenin, Ortadoğu ve Kafkasya’nın işçi sınıfı, köylülüğü ve yoksullarının yeniden enternasyonalist temellerde işbirliği için bir ön ortak örgütlenme çağrısı idi. Bildirimiz şöyle diyordu: “Kitleler, yani işçiler, köylüler, kent yoksulları ve gençlik, bölgemizin halklarını ezen iğrenç siyasi rejimleri ve bizi gün geçtikçe yoksullaştıran sömürücü sosyoekonomik düzeni devirmek için mücadeleye hazır olduklarını tekrar tekrar gösterdiler. Ayağa kalkan kitlelere bir önderlik sağlamak biz sosyalistlere, komünistlere, devrimcilere düşer. Bir dahaki sefere bu devrimleri kaybetmemek için liderliğe ihtiyacımız var. Gıdasını Marksizmden almış tutarlı bir siyasi önderliğe şiddetle ihtiyacımız var.” Türkiye’de Gezi ile başlayan halk isyanı, Ermenistan’da 2018’deki halk isyanı, İran’da ardı arkası gelmeyen bir dizi isyan, grev, mücadele içinde şimdilik doruk olarak kalan Kasım 2019 halk isyanı bir Marksist önderliğin yokluğu dolayısıyla daha ileri gidemediği için bugün bunun bedelini, genişleme potansiyeli taşıyan bir şovenist savaşla ödüyoruz. Bütün bölge ülkelerinin anti-emperyalist ve anti-şovenist proleter güçlerini bir enternasyonalist birlik yolunda ilk adımı atmaya bir kez daha çağırıyoruz.
Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi
04.10.2020