Akdeniz: Dünya devriminin yeni havzası!

The Mediterranean: new basin of world revolution!

البحر الأبيض: الحوض الجديد للثورة العالمية

مدیترانه: حوزه جدید انقلاب جهانی

Il Mediterraneo: nuovo bacino della rivoluzione mondiale!

Μεσόγειος: Νέα λεκάνη της παγκόσμιας επανάστασης!

Derya Sıpî: Deşta nû a şoreşa cihânê

Միջերկրական ծով: նոր ավազանում համաշխարհային հեղափոխության.

El Mediterráneo: Nueva cuenca de la revolución mundial!

La Méditerranée: nouveau bassin la révolution mondiale!

Mediterrâneo: bacia nova da revolução mundial!

3. Uluslararası Avrupa-Akdeniz Konferansı’na Çağrı

Avrupa Nereye Gidiyor?

Atina, 18-20 Temmuz 2015

 

Avrupa, dünya kapitalizminin 2008’den bu yana çözülemeyen çok yönlü -sosyal, ekonomik, siyasal, jeopolitik- krizinin merkez üssü haline gelmiştir.

“Uzun vadeli durgunluk”, resesyon ve deflasyon basıncı Avrupa Birliği’ni diğer tüm ülke gruplarından daha fazla etkiliyor ve milyonlarca insanı işsiz, evsiz, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yoksun bırakıyor.

AB’nin ve Avro Bölgesi’nin krizi geride bıraktığı yolundaki tüm iddialar yanlış çıktı. Bir tarafında AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’nin oluşturduğu Troyka'nın, diğer tarafında “kemer sıkma” kâbusuna ve Troyka'nın dayattığı sosyal yamyamlık uygulamalarına son verme vaadiyle Ocak 2015’te seçimle işbaşına gelen Yunan hükümetinin bulunduğu çatışmanın çözümsüzlüğü durumun böyle olduğunu açıkça göstermiştir. Avrupa ve küresel finans kapitalinin bu sözde “kurumları”, politikalarının yarattığı sosyal yıkıma ve yoksullaşan halkın direnişine rağmen, düpedüz şantajın ve mali gangsterliğin her türlüsünü kullanarak bu önlemleri sonu belirsiz bir dönem boyunca sürdürmeyi dayatıyorlar. Yaratacağı sonuçların “kontrol altına alınabilir” olduğu iddiasına karşın, Yunanistan’ın temerrüde düşme veya Avro Bölgesi’nden çıkma olasılığının küreselleşmiş kapitalist ekonomi üzerinde yıkıcı bir etki yapacağı kesindir. Devletin değil, bizzat Yunan halkının kendisinin kemer sıkma karşıtı taleplerine karşı nefret dolu bir karalama kampanyasının öncülüğünü (Alman kapitalist basını ve Wall Street Journal ile birlikte) yapan Londra finans merkezi City’nin sesi Financial Times dahi “Yunanistan’ın Avro’dan ayrılması Lehman Brothers’ın 2008’deki çöküşünün tetiklediğine benzer bir finansal erimeye neden olabilir” (5 Mayıs 2015) diye yazarak durumun böyle olduğunu itiraf etmiştir. ABD yönetimi de böyle bir hadisenin yerel, ulusal veya Avrupa çapında değil, “küresel bir sistemik risk” olduğunu kabul etmiştir.

Hâkim sınıfların en çok korktuğu şey yalnızca finansal-ekonomik krizin yayılması değildir, aynı zamanda işçilerin ve halkın kararlı ve muzaffer direnişinin Avrupa genelinde -hem aşırı borçlu, darboğazdaki çevre ülkelerinde hem de merkez ülkelerinde- ve uluslararası çapta (Kuzey, Güney, Batı ve Doğu’da) yayılmasıdır.

Avrupa Merkez Bankası’nın Mart 2015’te uygulamaya koyduğu (ve epey reklamı yapılan) “Parasal Genişleme” programı, krizi ve onun toplumsal ve politik etkilerini (sınıf mücadelesini ve sistem karşıtı hareketleri) durduramaz. Mario Draghi’nin programının yarattığı “likidite” bankacılara ve spekülatörlere kısa vadede yardım edebilir ama daha sonra bunların şişirdiği finansal balonlar yeni çöküşlerle patlayacaktır; “yukarıdaki” yüzde 1’lik zengin kesimi daha zengin, “aşağıdaki” yüzde 99’luk kesimi daha fakir yapacaktır. Ancak, bu program resesyon eğilimini tersine çeviremez, dolayısıyla sürdürülebilir bir toparlanma sağlayamaz, memur ve emekli maaşlarındaki kesintilere, kemer sıkma politikalarına, kitlesel işsizliğe, güvencesizliğe ve yoksullaşmaya son veremez. 

Perişan haldeki ve çalkantı içindeki Yunanistan, kapitalist dünyanın bir mikrokozmosudur, her ülkenin “Yunanistan’a dönüşme” sürecini temsil etmektedir. Merkez ile çevre ülkeleri arasındaki ayrım silikleşmektedir. Yıkıma uğramış bölgeler, gettolar ve marjinalleşme dünyanın her yerinde artmaktadır. Halk, her türlü ezilen azınlık grubundan oluşan bir çoğunluk konumuna düşürülmüş durumdadır; ayrımcılık ve polis gaddarlığına artan ölçüde maruz kalmakta ve artık kural haline gelmiş bir “olağanüstü hal” altında yaşamaktadır. Son tahlilde, Avrupa ülkelerinde ve AB’nin kendi içinde şu veya bu ölçüde yaşanan meşruiyet ve rejim krizlerinin arkasında bu sürekli toplumsal hoşnutsuzluk yatıyor. 

Cebelitarık ve Lampedusa’dan Rodos’a kadar tüm Akdeniz’i, Avrupa (ve ABD) emperyalistlerinin eseri olan savaşlardan, yağmadan ve yıkımdan kaçmaya çalışırken sulara gömülen Afrikalı, Orta Doğulu ve Asyalı binlerce göçmen ve mülteci için bir deniz mezarlığına çeviren “Avrupa Kalesi”, emperyalist, ırkçı ve çürümüş AB’nin nihai ürünüdür.

Ancak, bu Avrupa Kalesi’nin apartheid (ırk ayrımcı) duvarları yalnızca (AB’nin dış sınırlardan sorumlu kuruluşu) Frontex’in ölüm makineleri tarafından “dışarıya” karşı değil, ikisi de eşit ölçüde barbar olan devlet aygıtları ile yükseliş içindeki aşırı sağ ve faşist gruplar tarafından “içeriye” karşı da korunuyor. Yurtta ve dünyada hepimiz aynı sınıf düşmanları tarafından ezilen ve sömürülen göçmenleriz. 

AB projesi ve ortak para birimi Avro’ya geçiş ile “reel sosyalizm”in yüz kızartıcı çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından burjuvazinin zaferini ilan edenlerin afra tafra ile ve hatalı biçimde “tarihin sonu” adını verdikleri yeni dünya durumu en başından itibaren birbirlerine bağlıydı. Avrupa emperyalizminin kıtasal ölçekte genişlemesi, Alman-Fransız ekseni etrafında kapitalist temellerde birleşmesi, Doğu Avrupa’nın, Balkanlar’ın ve eski Sovyet cumhuriyetlerinin yeniden sömürgeleştirilmeleri, Soğuk Savaş sonrası dünyada hegemonya mücadelesi bakımından kaçınılmaz görülüyordu. 

Her ikisi de AB politikaları ile bağlantılı olan Yunanistan ve Ukrayna trajedileri, bu projenin tamamının başarısızlığını açıkça gösteriyor. Yunanistan, Avro bölgesinin uluslararası zincirinin kopan halkasıdır. Ukrayna’nın kaosa dönüşen mali ve politik patlaması, Maidan, Batı “demokrasileri”nin koruduğu, finanse ve seferber ettiği Bandera özlemcileri ile açıkça Nazi güçlerin yükselişi, Donbas’taki direniş ve isyan, İMF programının yoksullaşmış Ukrayna halkına dayattığı sömürge koşulları, her türlü ulusal nefret ve şovenizm, Rusya ile ABD, AB ve NATO emperyalizmleri arasında keskinleşen mücadele yeni bir Soğuk Savaş’ın değil, Soğuk Savaş sonrası dünyanın sonrasının, çeyrek yüzyıl önce ilan edilen “tarihin sonu”nun sonunun açık göstergeleridir.  

Tarihin en dramatik sorunlarının tamamı -savaş, isyanlar, karşıdevrim, devrim- uzaktaki Üçüncü Dünya’nın değil, alevler içindeki Orta Doğu ve sarsılan Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafkasya ve eski Sovyet Cumhuriyetleri ile etkileşim halindeki Avrupa kıtasının bizzat kendisinin yeniden gündemine girmiştir.  

Yunanistan, yalnızca Avrupa’daki ve uluslararası plandaki krizin sosyoekonomik ve siyasal anlamdaki en şiddetli tezahürü değildir. Emperyalist müdahalenin kışkırtması ile başlayan ve bölgedeki krizi giderek ağırlaştıran savaşlar üçgeninin (kuzeyde Ukrayna, güneydoğuda Suriye ve Irak, güneyde Libya) tam kalbinde yer almaktadır. Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz yataklarının keşfedilmesi ile birlikte başta Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs arasındaki karşıtlık olmak üzere bölgedeki tüm yerel ve uluslararası karşıtlıklar keskinleşmiş ve savaş tehlikesi artmıştır. Bir yanda Atina, Lefkoşa, Tel Aviv ve şimdilerde Mısır devriminin kasabı General el Sisi yönetimindeki Kahire arasındaki yakınlaşma ve kurulan stratejik ortaklık, diğer yanda Türkiye’deki Erdoğan rejiminin bölgesel hegemonya peşindeki Yeni Osmanlıcı hevesleri, hâlihazırda Suriye, Irak, Libya ve Yemen’de yangın yerine dönmüş olan bölgeyi daha da fazla dinamitlemektedir.  

Troyka politikalarına ve onların iktidardaki Yunan işbirlikçilerine karşı verilen muazzam toplumsal mücadelelerin ortasında ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan Ortadoğu devrimlerinin sonrasında Atina’nın iki önemli Uluslararası Avrupa-Akdeniz Konferansı’na ev sahipliği yapması tesadüf değildir. Her iki konferans da Kristiyan Rakovski Balkan Sosyalist Merkezi, RedMed internet sitesi ve DEYK’e bağlı devrimci ve enternasyonalist partiler tarafından düzenlendi. Yunanistan’daki EEK (Devrimci İşçi Partisi) her iki etkinliğe de ev sahipliği yaptı. Bununla birlikte, günümüzde kapitalist barbarlığa karşı verilen toplumsal mücadelelerde yer alan Avrupa’dan ve farklı uluslardan militan işçilere, halk örgütlerine, toplumsal hareketlere ve farklı geleneklerden sol güçlere kapılarını açtı. 

2013 Haziranı’nın başında gerçekleştirilen Birinci Konferans, İstanbul Gezi Parkı’nda başlayan halk isyanı ile çakıştı ve onunla yakından bağlantılıydı. Ege’nin her iki kıyısında hâkim sınıfların geliştirmeye çalıştığı şovenist düşmanlığa karşı, Türk ve Yunan devrimcileri, devrimci solun diğer savaşçıları, başka ülkelerden ve farklı siyasi geleneklerden gelen toplumsal hareketler ile birlikte, enternasyonalizmin pratikteki bir tezahürü olarak, krizden sosyalist yolla çıkmak amacıyla özgürce tartışma yoluyla ortak programatik noktalar belirlemek ve ortak eylemler planlamak üzere konferansa katıldılar.

 

İkinci Avrupa-Akdeniz Konferansı ise, 2014 Mart’ının sonunda, tam da Ukrayna’da volkanın tamamen patladığı sırada gerçekleşti. Katılımcıları arasında Rus ve Ukraynalı komünistler ile Balkanlar, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’dan gelen diğer sol militanlar da vardı. Katılımcılar, ortak bir tartışmanın ardından enternasyonalist, anti-emperyalist ve anti-şovenist bir deklarasyonu oy çokluğuyla kabul ettiler. Konferansı izleyen patlamalarla dolu dönemde Balkanlar, Ukrayna, Rusya ve diğer yerlerde bu politik temelde daha ileri ortak eylemler gerçekleştirildi.

18-20 Temmuz 2015 tarihlerinde Atina’da düzenlenecek olan Üçüncü Avrupa-Akdeniz Konferansı, Doğu ve Batı Avrupa, Balkanlar, başta Ukrayna ve Rusya olmak üzere eski Sovyet cumhuriyetleri, Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika’nın oldukça dramatik ve beklenmedik değişimlere sahne olduğu, tüm dünyanın geçiş ve kriz sürecinin içinde bulunduğu bir döneme rastlıyor.

Tartışma materyali olarak hazırlanan bir taslak, tüm katılımcılara uygun bir zamanda sunulacaktır. Konferansa davetli diğer partilerin, örgütlerin, sendikaların, toplumsal hareketlerin ve militanların sunacağı belgeleri de dağıtmak ve tartışmak için bekliyoruz. Tartışmaların, değişikliklerin ve oylamanın ardından bir Sonuç Bildirgesi yayımlanacaktır. 

Uluslararası işçi-sendika hareketinin militanlarının birbirleriyle tartışabilmeleri için özel bir oturum düzenlenecek. Bu oturumun sonucunda bilhassa Avrupa ve Ortadoğu için bir Mücadele ve Dayanışma Manifestosu ile bir ortak eylem planı hazırlanacaktır. Ulusal ve uluslararası düzeyde devrimci örgütlenme sorunlarının özellikle yakın dönemde yaşanan dramatik deneyimlerin ışığında acilen tartışılması gereklidir.

Tartışılmak üzere önerdiğimiz bazı programatik noktalar şunlardır:

• Milyonlarca insanı soyan ve hayatlarını mahveden bankaların işçi denetiminde kamulaştırılması yoluyla tüm borçların silinmesi için mücadele edelim.

Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası, IMF ve kapitalist hükümetler tarafından dayatılan sosyal yamyamlık temelli kemer sıkma politikaları derhal durdurulmalıdır. Kendi sömürü sistemlerinin yarattığı krizin bedelini kapitalistler ödemelidir, sömürülenler değil! Az sayıda insanın kârı için değil, toplumsal ihtiyaçlara uygun olarak ücretlerin ve emekli maaşlarının arttırılması ve çalışanların sosyal haklarının yeniden güçlendirilmesi için savaşmak zorundayız. 

Kitlesel işsizliğe karşı, işten çıkarmaların yasaklanması ve çalışma saatlerinin tüm işçiler arasında bölüştürülmesi için mücadele çağrısı yapıyoruz. Zaten hayati ve acil olan kamusal altyapı hizmetleri, yeni istihdam yaratmak için geliştirilmek zorundadır. Büyük sanayi baronları, devamlı olarak fabrikalarını kapatma ya da yurtdışına taşıma şantajını yaparak işçilere daha düşük ücretlere çalışmayı kabul ettirmek istiyorlar. Bu tehditlere karşı cevabımız şu olmalıdır: Kapanan ya da kitlesel işten çıkarma yapan fabrikaları işgal edelim, söz konusu fabrikaları tazminatsız olarak kamulaştıralım, işçilerin denetimi ve yönetimi altında yeniden çalışır hale getirelim.

Faşizme, ırkçılığa ve (göçmenlere, mültecilere, kadınlara, farklı cinsel yönelimlere sahip olanlara ve tüm ezilen azınlıklara yapılan) ayrımcılığa karşı kararlı bir mücadele verelim!

• Baskıcı burjuva devlet aygıtını parçalayarak, polis devletine ve düzmece “Olağanüstü Hal” e son verelim!

• NATO’yu sona erdirelim, bütün emperyalist askeri üsleri ve ittifakları ortadan kaldıralım, onların doğu ve güneye, eski Sovyet cumhuriyetlerine yönelik savaş planlarını, Ortadoğu’da kendi ürettikleri kaosu sonlandırmak için emperyalist bir “kanun ve nizam” kurma çabalarını aktif muhalefet yoluyla yenilgiye uğratalım. Afrika’da, Ortadoğu’da, işgal altındaki Filistin’de, parçalanmış Kürdistan’da, Asya ve Latin Amerika’da anti-emperyalist mücadele veren tüm ezilen uluslarla tam dayanışma!

Savaş naramız şu olmalıdır: Kahrolsun bütün kapitalist hükümetler! İşçi hükümetleri ve işçilerin iktidarı için ileri! Kahrolsun halkların hapishanesi, emperyalistlerin Avrupa Birliği! Milliyetçiliğin gerici tuzağına hayır! Lizbon’dan Vladivostok’a kadar Avrupa’nın devrimci sosyalist birliği için ileri!

 

3. Avrupa-Akdeniz Konferansı Organizasyon Komitesi:

Kristiyan Rakovski Balkan Sosyalist Merkezi

RedMed internet sitesi

Mayıs 2015