Üçüncü Karabağ savaşının sıcak çatışma aşaması hızla sona erdi. İlk nüveleri daha Sovyetler Birliği yıkılmadan önce görülmeye başlanan Karabağ çatışmaları (hem Azerbaycan’ın hem Ermenistan’ın, Sovyet cumhuriyetleri olarak parçası olduğu) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılmasıyla iki devlet arasındaki açık savaşa dönüşerek doruk noktasına ulaşmıştı. Bu ilk savaşta, özellikle Sovyet Silahlı Kuvvetleri içerisindeki Ermeni birliklerin sayıca üstünlüğü sayesinde Ermenistan net bir zafer kazanmıştı. 1994’te sona eren bu savaştan beri, uluslararası hukuk nüfusu büyük oranda Ermeni olan Dağlık-Karabağ’ı Azerbaycan toprağı olarak tanısa da, bölgeyi çevreleyen idari birimler Ermenistan işgali altında bulunuyor, Dağlık-Karabağ’ın kendisi ise diğer devletlerin resmi olarak tanımadığı (KKTC gibi düşünülebilir), Ermeni güçlerin yönettiği bir Dağlık-Karabağ Cumhuriyeti ya da Ermenicesi ile Artsah Cumhuriyeti tarafından yönetiliyordu.
1994 yenilgisinden bu yana, hem petrol gelirinin yarattığı avantajla, hem de Türkiye (Türkiye üzerinden NATO) ve İsrail’in desteğiyle, Azerbaycan tarafı büyük bir silahlanma atağı yapmış ve Ermenistan ile arasındaki askerî dengeleri değiştirmişti. Nitekim 2020 yılında, Azerbaycan, Ermenistan’ın, en önemli müttefiki Rusya ile 2018 Ermenistan halk isyanını müteakip yaşadığı krizden yararlandı. Azerbaycan, Ermenistan tarafından gelen bir saldırıyı da gerekçe olarak kullanarak harekete geçti ve belirleyici bir zafer elde etti. Bu sonuçta, Azerbaycan tarafına Türkiye’nin doğrudan askerî desteği, İsrail’in ise silah satması belirleyici önemdeydi. Bu savaş sonucunda Ermenistan, Dağlık-Karabağ’ın etrafındaki bölgelerden çekilmiş, bölge ile Ermenistan arasında ise tek bağ olarak, Rus güçlerinin kontrolündeki Laçin koridoru kalmıştı.
2020 savaşının ardından kurulan denge sürdürülebilir olmaktan uzak, neredeyse iki savaş arasında bir perde arası gibiydi. Şimdi, Azerbaycan kuvvetleri, “terörle mücadele operasyonu” dedikleri bir askerî harekât ile mevcut hassas dengeyi dağıtıp, tamamen kendi lehinde bir güç dengesi oluşturmayı başarmış görünüyor. Neredeyse bir günde sonlanan bu taarruza yazının başında “Karabağ savaşının sıcak çatışma aşaması” demiştik. Zira, bu taarruzun ilk işaretleri aslında 2022 Aralık ayından beri kendini göstermişti. Azerbaycan güçleri Laçin koridorunu kapatarak, Dağlık-Karabağ’ın nefes borusunu kesmiş, adı konulmamış olsa da, neredeyse Ortaçağ’ın kale kuşatmalarını andıran bir durum ortaya çıkmıştı. Yani dokuz ay boyunca Karabağ halkı ilaçtan yiyeceğe ve yakıta kadar birçok konuda ciddi bir yokluk çekiyor, böylece savaş, doğrudan muharebelere dönüşmeden önce Karabağ güçleri yıpratılıyordu. Kuşatmanın taarruza dönmesi içinse muhtemelen doğru an bekleniyordu. 2020 savaşından sonra Nikol Paşinyan hükümeti, Türkiye ve Azerbaycanla anlaşma yoluna giderek, Batı emperyalizminin desteğini alarak ve iç politikada yenilginin sorumluluğunu Rusya’ya yükleyerek iktidarda kalmayı başardı.
Paşinyan’ın bu politikayı ilerletip, Rusya’ya karşı koz olarak kullanmak için beceriksiz biçimde Batı emperyalizmi ile yakınlaşma hamleleri yapması, bir kez daha Azerbaycan’ın beklediği fırsatı yaratmış oldu. Ermenistan hem ABD ile ortak askerî tatbikat yaptı hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluş metni olan Roma Statüsü’nü imzalayıp, onaylanması (ratifikasyonu) için parlamentoya yolladı. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Vladimir Putin’in tutuklanması yönünde bir karar aldığı için, bu hamlenin Rusya’ya açıkça meydan okumak anlamına geldiği ortada. İşte Ermenistan’ın Rusya’yı açıkça karşısına aldığı ama (en azından henüz) ABD ve AB emperyalizminin fiilî desteğine güvenemeyeceği bu ara aşamada, Azerbaycan tarafı harekete geçti. Azerbaycan teknik olarak kendi toprakları içinde bir operasyon düzenliyor olduğu için (yukarıda bahsettiğimiz üzere Dağlık-Karabağ uluslararası hukuka göre Azerbaycan toprağı) Ermenistan tarafı dahi (dezavantajlı askerî konumunu da göz önünde bulundurarak) Karabağ’da Ermenistan askeri bulunmadığını açıklamakla yetindi. Hızlı taarruzun ardından, Karabağ’daki Ermeni yönetimi de Azerbaycan’ın öne sürdüğü ateşkes koşullarını yani silahsızlanmayı kabul etti. İki taraf arasındaki görüşmeler sürse de bu durum Dağlık-Karabağ Cumhuriyeti’nin mutlak yenilgisi ve muhtemelen fiilî olarak sonu anlamına geliyor.
Şimdi yeniden açılan Laçin koridoru üzerinden, Dağlık-Karabağ’ın Ermeni halkı Ermenistan’a doğru kaçmaya başlamış durumda. İlham Aliyev yaptığı bir açıklamada, Karabağ’ın Ermeni halkının da kendi vatandaşları olduğunu ve bölgeyi onlar için de bir cennete çevirmek istediklerini söyledi. Fakat yıllara yayılan şovenist kışkırtmalardan sonra bu açıklamalar, son 9 ayı adeta kuşatma altında geçirmiş olan Dağlık-Karabağ’ın Ermeni halkını teskin etmekten uzak. Bölge halkının Ermenistan’a geçişinin ne kadar devam edebileceği ve kalan halkı nelerin beklediği konusunda da anlaşılabilir kaygılar mevcut. Türkiye’den bakan emekçiler olarak, bizim önceliğimiz Azerbaycan-Türkiye tarafının şovenizmine teslim olmayıp, kardeş Ermeni halkına el uzatmak olmalıdır. Bugün Azerbaycan’ın zaferinin de, Azerbaycan-Ermenistan-Gürcistan hattındaki üç devletin sınırları arasındaki herhangi bir şekilde yeniden düzenlenmesinin de, ulusal fay hatlarının hâlâ canlı olduğu bölgeye huzur getirmeyeceği aşikâr. Ermeni’nin de Azeri’nin de barış içinde yaşayacağı bir Kafkasya için, yani Kafkasya’da sosyalist bir federasyon için mücadele yakıcılığını sürdürüyor. Azerbaycan’ın "kardeş” bir devlet olarak zaferini kutlama konusunda kimse önyargılarla davranmasın. Azerbaycan devleti bu kadar pirüpak ise Siyonist İsrail neden onu destekliyor? Doğru tutum, Azerbaycan zaferinin, Ermeni halkına zulme ve hatta bir katliama dönmemesi için mücadele etmektir. Bu görev hem Türkiye’nin hem Azerbaycan’ın emekçilerine düşüyor.