Avrupa siyasetinde bir eşik aşıldı. Gerçek gazetesi, yıllardır Avrupa başta olmak üzere tüm dünya siyasetinde faşizmin ve ön-faşizmin hızlı yükselişine dikkat çekiyordu. Önce, İsveç’te faşist İsveçli Demokratlar partisi seçimlerden galip çıktı. Şimdi ise, Avrupa Birliği’nin en büyük üçüncü ekonomisi olan İtalya’da faşizm ezici bir zafer kazandı. Tehlikeyi küçümseyip, halkı kandıranlar utansın. Bu ülkelerde henüz faşizm kurulmamıştır ama artık faşistler iktidardadır.
Seçim sonuçları İtalyan siyasetinde yaşanan birkaç farklı depreme işaret ediyor. İlk dikkati çeken, derin bir iktisadi krizin siyasi kriz ile iç içe geçtiği bu ülkede partiler ve siyasi aktörler arasındaki güç ilişkilerinde yaşanan hızlı değişim. Daha kısa zaman öncesine kadar İtalyan siyasetinin merkezinde yer alan bir dizi aktör, bu seçimlerden şu ya da bu ölçüde başarısızlıkla ayrıldı. Seçime giren ve kaybeden dört ayrı partinin başında dört ayrı eski başbakan var. Bunlardan, Matteo Renzi’nin başını çektiği ve iki küçük partinin ortak listesi olarak seçime giren Azione-Italia Viva (Eylem-Yaşa İtalya) listesi yüzde 8’in biraz altında kaldı. Eski Başbakan Giuseppe Conte’nin başını çektiği ve son genel seçimlerde yüzde 32’nin üzerinde oy alarak seçimlerden birinci çıkan Beş Yıldız Hareketi (İtalyanca kısaltmasıyla M5S) ise ancak yüzde 15 oy alabildi. Üçüncü eski Başbakanın, yani Silvio Berlusconi’nin partisi Forza Italia (Haydi İtalya) partisi de yüzde 8 civarında kaldı. Berlusconi’nin durumu, faşist partilerin başını çektiği ve seçimi kazanan ittifakın bir parçası olduğu için biraz farklı ama o da üçlü ittifakın en güçlü partisiyken küçük ortak konumuna gerilemiş durumda, ama buna birazdan geleceğiz. Dördüncü eski Başbakan, Enrico Letta, İtalyan Komünist Partisi’nin artıklarından doğmuş olan düzen solu Demokrat Parti’nin (PD) başında seçime girdi. PD ikinci parti oldu, ama düne kadar İtalyan siyasetinin devi olan bu partinin ve başını çektiği ittifakın, faşist ittifak karşısındaki hezimeti o kadar büyüktü ki, Letta bir sonraki kongrede Demokrat Parti liderliğini bırakacağını açıklamak zorunda kaldı. Bir anlamda bu seçimlerin kaybedenler listesi adeta bir eski başbakanlar mezarlığıdır.
Fratelli d’Italia ve Giorgia Meloni’nin yükselişi
Eski başbakanlar kaybederken, seçimin kazananı ise genel olarak İtalyan faşizmidir, ama özel olarak ise Giorgia Meloni’nin başını çektiği Fratelli d’Italia (İtalya Kardeşliği, FdI) partisidir. Bu partinin, doğrudan Benito Mussolini’nin PNF’sinin, yani Milli Faşist Parti’sinin devamcısı olan MSI’nin (İtalyan Sosyal Hareketi)’nin örgütsel mirasını devraldığının ve MSI’nin alameti farikası olan İtalyan bayrağı renklerindeki alev (İtalyanca ifadeyle fiamma tricolore, yani üç renki alev) amblemini de taşımaya devam ettiğinin altını çizelim. İtalya Kardeşliği, daha düne kadar İtalyan siyasetinde yalnızca ikincil bir konuma sahipti. Parti bugünkü adını ve halini 2012’de aldığından beri Berlusconi ve partisi Forza Italia’nın başını çektiği sağ ittifakların içinde küçük bir güç oluşturuyordu. Katıldığı ilk seçimlerde yüzde 2’ye ancak ulaşıp, yüzde 3’lük barajın altında kalırken, 2018 seçimlerinde bir atılım (!) yaparak oyunu yüzde 4’ün üzerine çıkarmıştı. Dört yıl sonra aynı parti şu anda yüzde 26 oy ile İtalyan siyasetinin en büyük gücü haline gelmiş durumda. 2013 seçimlerinde barajı geçemeyen bu faşist parti, bugün liderini Başbakan yapacak güce ulaşmıştır. Bu radikal değişim, sadece İtalya’daki siyasi krizin büyüklüğünün değil, Üçüncü Büyük Depresyon şartlarında, siyaset sahnesinin nasıl dev sarsıntılara gebe olduğunun da bir işareti.
Faşizmin ve Fratelli d’Italia’nın kazandığı seçim zaferinin büyüklüğünü gösteren birkaç veriye işaret edelim. Fratelli d’Italia’nın oy oranı yüzde 26, başını çektiği ittifakın oy oranı ise yüzde 45’e yakın. İkinci en büyük ittifak, yani düzen solunun ittifakı ise dört parti birleşerek ancak yüzde 26 oy alabildi. Bu sonuçlarda, biri tüm dünya çapındaki bir gelişmenin İtalya’daki yansıması, öteki ise tamamen İtalya’daki konjonktüre has olan iki faktör belirleyici rol oynadı. Birincisi, düzen solunun tamamen Avrupa Birliği’nin hınk deyiciliğine soyunması, kültürel meselelere gömülüp işçi sınıfına konuşmayı tamamen terk etmesi. Karşı tarafta ise, aynı Fransa’da Marine Le Pen’in ya da ABD’de Donald Trump’ın yaptığı gibi, Fratelli d’Italia tamamen çarpık bir mesajla da olsa inatla işçi sınıfına seslendi. Fratelli d’Italia’nın işçilere seslenirken amacı hedef şaşırtmak, İtalyan işçisinin yaşadığı sorunların müsebbibinin patronlar değil, göçmenler olduğunu söylemekti. Mesaj çarpıktı, yanlıştı ama işçi sınıfına seslenen, onun sorunlarına bir çözüm öneren yalnızca Fratelli d’Italia olunca, hele de karşısındaki rakip, Demokrat Parti gibi AB ve IMF desteğiyle, başta “Jobs Act” adlı iş yasası olmak üzere işçi sınıfına yönelik birçok saldırının altında imzası olan bir sözde sol olunca, bu mesajın karşılık bulması kaçınılmazdı. Bu şartlar altında başta kuzey İtalya’nın eski “kızıl” şehirleri dahil olmak üzere, neredeyse bütün ülkede Faşist ittifak zafer kazandı, Demokrat Parti ise sadece Floransa’yı ve Bolonya’yı içeren zengin Toskana ve Emilio-Romagna hattına sıkışmış oldu.
İkinci sebep ise, İtalyan siyasetinin son yıllarda içinden geçtiği kriz ve bu dönemde Fratelli d’Italia’nın yaptığı manevralar, ya da rakiplerinin yaptığı hatalar ile ilgili. 2018 sonrası hükümeti oluşturan Lega-M5S koalisyonu dağılınca, 2021 başlarında, eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin etrafında bir milli mutabakat hükümeti kurulmuştu. Ekonomik krizle boğuşan İtalya’da, bu hükümet tam bir acı reçete ve krizin bedelini işçilere ödetme hükümetiydi. Dahası, İtalyan siyasetinin hemen hemen bütün büyük partileri bu hükümete bakan verdi. Faşist ittifak içinde yer alan Lega ve Forza Italia, düzenden kopuşu simgelediği düşünüldüğü için bir aşamada ülkenin en büyük partisi haline gelen Beş Yıldız Hareketi, eski Başbakan Matteo Renzi’nin Italia Viva partisi ve düzen solunun başını çeken Demokrat Parti’nin hepsi Draghi hükümetinde buluştu. Daha garibi, bu partilerden bazıları, özellikle de Beş Yıldız ve Lega anlaşılmaz bir siyasi acemilik göstererek parayı ya da silahı kontrol eden önemli bakanlıkların (İçişleri, Savunma, Ekonomi gibi) hiçbirini almaksızın, yani hükümette olmanın avantajını tam manasıyla kullanamayacakları biçimde, acı reçete hükümetinin vebaline ortak olmayı kabul etti. Bu milli mutabakat hükümetinin dışında kalan tek önemli parti Fratelli d’Italia idi. Öyle ki, Draghi hükümetine güven oyu verildiğinde, 630 üyeli Temsilciler Meclisi’nde yalnızca 56 aleyhte oy çıkıyor, bu oyların 31’i, yani yarısından fazlası ise Fratelli d’Italia’dan geliyordu. Yani Lega ve Beş Yıldız gibi partiler, kemer sıkma politikalarına karşı tek başına muhalefet olma rolünü FdI’ya adeta hediye etti. FdI da bu pozisyonu ustalıkla kullanarak başta diğer faşist parti olan Lega olmak üzere rakiplerine karşı büyük bir avantaj elde etti. Bunun yansımaları seçim sonuçlarında açıkça görülüyor. Fratelli d’Italia’nın, (başlangıçta bir kuzey partisi olan) Lega’nın kuzey İtalya’daki kaleleri olan Veneto ve Friuli’de elde ettiği kazanımlar özellikle çarpıcı. Dahası, İtalya’nın meşhur kuzey-güney gerilimleri düşünülürse, kendisi Romalı, yani güneyli olan ve ağır bir Roma aksanıyla konuşan Meloni’nin, Milano’lu, yani kuzeyli olan Salvini hilafına, kuzey şehirlerinde bu başarıyı kazanmasının önemi ve Lega’nın Draghi hükümetine katılarak aldığı darbenin büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.
Bu oy farkı, seçimden birinci çıkan adayın çoğu seçim bölgesinde doğrudan milletvekili seçildiği dar bölge seçim sistemiyle birleşince Meloni’nin parlamentodaki gücü, ittifakının aldığı yüzde 45 oyun çok daha üstünde olacak. Henüz vekil dağılımları kesinleşmemiş olsa da, yapılan hesaplar faşist ittifakın iki meclisli sisteme sahip olan İtalya’nın iki meclisini de ittifak dışından tek bir vekile ihtiyaç duymaksızın kontrol edeceğini gösteriyor. Son yıllarda bir türlü istikrarlı bir hükümet kuramamış olan İtalya’da bunun önemi çok büyük. Eğer iktidardaki faşist ittifak bu üstünlüğünü kullanarak istikrarlı bir hükümeti sürdürebilirse, İtalyan burjuvazisinin Avrupa Birliği ve NATO çizgisindeki ana gövdesinden faşizm lehine kopuşlar hızlanacaktır. Bunun önüne geçmek için, faşist ittifakın ikinci büyük ortağı olan Matteo Salvini, ve Avrupa Birliği kanadının etkisine, Fratelli d’Italia’ya kıyasla daha açık olan partisi Lega’nın (Birlik) dahil olacağı manevralar ve ittifaklar ile Meloninin ayağını kaydırılması ihtimalini ise bir parantez olarak belirtmiş olalım.
Dahası, faşist ittifak şu anda tek başına anayasayı değiştirmesini sağlayacak beşte üçlük meclis çoğunluğuna sahip değil, ama belli ki bunu yapmak için sadece birkaç fazladan oy bulması yeterli olacak. 1970’ler Türkiye’sini andırır biçimde, siyasette Kayseri pazarlıklarının çok yaygın olduğu İtalya’da, faşizmin gerekli vekil sayısını elde edip, başını komünist partinin çektiği anti-faşist güçlerin İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme karşı kazandığı zaferin izlerini hâlâ en azından lafzen de olsa taşıyan İtalyan anayasasını değiştirmeye girişmesi de çok olası. Yani faşizmin ezilmesinin ürünü olan mevcut anayasanın, şimdi faşizm eliyle içinin boşaltılması işten değil.
“Merkez sağ ittifak” mı, faşist ittifak mı?
Dikkatli okur, Meloni’nin başını çektiği ittifaka son paragrafta “faşist ittifak” dediğimizi fark etmiş olabilir. İtalya’daki seçim sonuçlarını, özellikle Batı basınından takip edebilme olanağı olan okur, bu ittifaka hala utanmadan “merkez sağ ittifak” ya da ar damarı tamamen çatlamamış olanlarca “sağ ittifak” denildiğini de görmüş olabilir. Biz de, biraz daha yukarıda, hemen hemen aynı güçlerin (Forza Italia, Lega ve Fratelli d’Italia) 2013’te oluşturduğu ittifaka “sağ ittifak” diyorduk. Bu noktada hemen hemen bütün basının kullandığından farklı bir ifadede ısrarcı oluyorsak, bu farklılık merakımızdan ya da sert görünme çabamızdan değil. Bir kez daha, patronların hizmetinde kalem sallayanların gözlerden gizlemeye çalıştığı bir olguya dikkat çekmeye çalışıyoruz.
Seçimi kazanan ittifak, yukarıda andığımız üç partinin şu andaki örgütsel biçimleriyle yan yana gelmesi şeklinde 2013’ten bu yana sürüyor. Ama aslında kökeni, 90’lardaki Berlusconi hükümetlerine ve bu dönemde Berlusconi, Lega (ya da o zamanki adıyla Lega Nord, Kuzey Birliği) ve Fratelli d’Italia’nın öncülü olan güçleri arasındaki birliklere dayanıyor. 1990’larda, 2000’li yıllarda ve hatta 2013’te Berlusconi İtalyan siyasetinin en büyük güçlerinden biriydi. Lega ve Fratelli d’Italia ise olsa olsa tali güçlerdi. Örneğin, 2013’te, Berlusconi’nin çok güç kaybettiği bir eşikte dahi, bu ittifak içerisinde Berlusconi’nin partisi yüzde 21, Lega yüzde 4, Fratelli d’Italia ise yüzde 2 oy alıyordu. Bu dönemde, gayet anlaşılabilir sebeplerle İtalyan basını bu ittifakı “merkez sağ ittifak” olarak adlandırma alışkanlığı edindi. 2013’ten bu yana ise İtalyan siyasetini tepeden tırnağa sarsan altüst oluşlar yaşandı. Önce 2018’de, bu ittifaktaki ikinci büyük parti olan Lega görülmedik bir sıçrayış yaptı. Ülkenin en büyük üçüncü, içinde bulunduğu ittifakın ise en büyük partisi haline geldi. Bu aşamaya gelindiğinde Berlusconi hala yüzde 14 oy ile, yüzde 17 oy alan Lega ve lideri Matteo Salvini’nin hemen arkasında ittifak içindeki ikinci büyük güçtü. Gerçek gazetesi daha o noktada, başını ön-faşist Salvini’nin çektiği bir ittifaka merkez sağ demenin abesliğine işaret etmişti. Bugün gelinen noktada ise durum abesliği de aşmıştır. İttifak içerisinde liderlik yüzde 26 oy alan faşist Fratelli d’Italia’nın iken, ikinci sırada da bir başka faşist parti olan Lega yer alıyor. Yüzde 8 oyu olan Berlusconi ise ittifakın ancak üçüncü sırasında (bir de Noi Moderati, yani Biz Ilımlılar adında, ittifak içerisinde ittifak olan küçücük bir güç var, ama yüzde 1 oy bile almayan bu grubu listeye dahil etmiyoruz, “ılımlılığın” faşizmin arkasına hazır kıta dizilmesindeki müthiş ironiyi ve tarihsel dersi ise burada irdelemeyip okura bırakıyoruz). Bu durumda hâlâ, kimisi basit bir alışkanlıkla, kimisi ise tehlikeyi ve bu tehlikeye karşı mücadele gerekliliğini halktan gizlemek istediği için bu ittifaka merkez sağ deyiveriyor! Yaşanan bu toprak kayması sonrası, başını iki faşist partinin çektiği bir ittifaka olsa olsa “faşist ittifak” denebileceği bize aşikâr görünüyor. Berlusconi’nin bu ittifak içerisindeki varlığı ittifakın merkez sağ olduğunu değil, olsa olsa faşist bir birleşik cephenin, burjuva siyasetinin artıklarını peşine takmasının ne kadar kolay olduğunu gösterir.
Faşistlerin zaferi ve görevlerimiz
Faşist ittifakın bu zaferi, Avrupa’nın diğer faşistleri tarafından da coşkuyla karşılandı. Fransız RN (Rassemblement National, Ulusal Derleniş) partisinin yükselen yıldızı ve Marine Le Pen’in sağ kolu Jordan Bardela hemen Meloni’nin zaferini kutladı. İspanya’dan Vox ve Alman AfD partileri de tebriklerini iletmekte gecikmedi. Bu kutlama mesajları sadece bir ideolojik dayanışmanın ürünü gibi görülmemeli. Tüm Avrupa faşizminin gayet iyi bildiği üzere, İtalya’da faşist ittifakın zaferi, mutlaka Avrupa’nın diğer ülkelerindeki faşistleri de güçlendirecektir. Yaşanan İtalya ile sınırlı bir kriz değil, etkileri kısa sürede tüm Avrupa’da hissedilecek derin mi derin bir depremdir.
Bu yazı kapsamında derinleştirmemiz mümkün olmasa da, faşistlerin yanı sıra Rusya’nın da İtalya ile yapıcı ilişkiler kurmak istediğini açıkladığını not düşelim. Berlusconi dahil olmak üzere, bu ittifak içerisindeki üç büyük siyasi gücün de Rusya ile pragmatik bir dayanışma ilişkisi vardı. Ne var ki, bu seçim sürecinde başta Meloni olmak üzere ittifak güçleri “NATO’ya ve AB’ye bağlılık” yeminleri edip, İtalyan ve Avrupa burjuvazisinin korkularını gidermeye çalıştı. Bu ittifakın hızla Rusya ile yakınlaşıp AB ve NATO hattından uzaklaşmasını beklememek gerekir. Fakat enerji krizinin halkta yarattığı hoşnutsuzluk dalgası kışın yükselirse, İtalya’daki Meloni iktidarının Avrupa’daki Rusya karşıtı cephe içerisindeki en zayıf halka olması, ilk çatlakların İtalya’da meydana gelmesi yüksek bir ihtimal olacaktır.
İtalya’nın başına bir faşistin geçiyor olması başta Avrupa olmak üzere, tüm dünya sosyalistleri için bir kalk borusu işlevi görmeli. Sosyalistlerin önünde duran en acil görev, hızla yüzünü tekrardan işçi sınıfına dönmek, on yıllara yayılan kültür siyasetinin etkisiyle birçok ülkede önemli bölükleri faşistlere kaptırılmış olan işçi sınıfını kazanmak için dişle tırnakla mücadele etmektir. Bunun anlamı, diğer ezilen toplumsal kesimlere, dini ve milli azınlıklara, kadınlara, ezilen cinsel kimliklere sırt çevirmek değildir. Bilakis, bu toplumsal kesimlerinin kurtuluşunun da işçi sınıfı ile ittifaktan geçtiği, bu kesimlerin her birine kalkan faşist elin ancak böyle kırılabileceği usanmaksızın anlatılmalıdır. Bunun ideolojik plandaki yansıması, sınıfın terk edilmesiyle el ele gelişen kesişimselcilik, post-kolonyalizm ya da türevlerinin yarattığı açmazın görülmesi ve Marksizme dönüştür.
İşçi sınıfının ve sınıfın ekonomik ve politik örgütlerinin hem politik hem de fiziksel olarak korunması başta İtalya olmak üzere tüm Avrupa’da en yakıcı görevdir. İşçi sınıfı örgütlerinin, bayrakları karıştırmaksızın, yani hiç kimseden örgütsel bağımsızlığını kaybetmesi beklenmeden bir Birleşik İşçi Cephesi’nde buluşması, ayrı yürüyüp birlikte vurması bu görevin altından kalkmak için zorunludur. Dahası, sendikalar başta olmak üzere işçi sınıfı örgütlerinin hangi araç gerekiyorsa o araçla öz savunmaya hazırlanması gerekmektedir. Ancak fabrikalarda, sokaklarda, mahallelerde ve okullarda dişe diş verilecek mücadele ile faşist tehdidin püskürtülebileceği unutulmamalıdır. Seçim sandığındaki başarılı sonuçlar, bu mücadeleye eşlik edebilir ama faşizmin yalnızca seçim sonuçlarına güvenerek yenilebileceğini düşünen hayal görüyor demektir.
Faşizm bir muharebe kazanmıştır ama savaşın sonucunu bugünden itibaren verilecek mücadele belirleyecektir. İşçi sınıfını, sınıfın örgütlerini ve tüm ezilen kesimleri, mahalle mahalle, fabrika fabrika savunmaya hazır bir Birleşik İşçi Cephesi, şu anda bizim aleyhimize olan güç dengesini tersine çevirebilecek tek çaredir. Bu tehdidi püskürtmeyi ve hem işçi sınıfını hem de faşizmin saldırılarıyla karşı karşıya kalacak tüm toplumsal kesimleri savunmayı başarabilecek bir Birleşik İşçi Cephesi, daha ileriye sıçrama olanağına da kavuşacaktır. Bu durumda, önce faşist cephenin tepelenmesi, devamında ise işçi sınıfının zaferine kadar durmaksızın yola devam edilmesi mümkün olacaktır.