Akdeniz: Dünya devriminin yeni havzası!

The Mediterranean: new basin of world revolution!

البحر الأبيض: الحوض الجديد للثورة العالمية

مدیترانه: حوزه جدید انقلاب جهانی

Il Mediterraneo: nuovo bacino della rivoluzione mondiale!

Μεσόγειος: Νέα λεκάνη της παγκόσμιας επανάστασης!

Derya Sıpî: Deşta nû a şoreşa cihânê

Միջերկրական ծով: նոր ավազանում համաշխարհային հեղափոխության.

El Mediterráneo: Nueva cuenca de la revolución mundial!

La Méditerranée: nouveau bassin la révolution mondiale!

Mediterrâneo: bacia nova da revolução mundial!

Gelecek için Lenin

Açılış Oturumu.

 

Uluslararası “Hristo Rakovski” Sosyalist Merkezi adına açılış konuşması

 

1) Sevgili yoldaşlar, tavarişi, compañeros y compañeras, camarades, compagni e compagne, sintrofoi kay sintrofoses, comrades,

Uluslararası “Hristo Rakovski” Sosyalist Merkezi ve RedMed İnternet Ağı tarafından düzenlenen Yüz Yıl Sonra Lenin’in Mirası Uluslararası Konferansı’na hoşgeldiniz!

Bugün, 21 Ocak 2024 günü, yani Büyük 1917 Ekim Sosyalist Devrimi’nin önderi Vladimir İlyiç Lenin’in sonsuzluğa uğurlanmasının tam yüzüncü yılında paylaşacağımız düşünceler, onun devrimci mirasının üzerine müthiş ihtiyaç duyduğumuz taze ve kolektif bir kafa yürütmenin başlangıcıdır. Bu yaptığımız, “zararsız bir sembolü”n ya da fosilleşmiş ölü bir dogmaya indirgenmiş bir mirasın resmi kutlaması değildir. Asla kurumamış bir kaynağa diyalektik ve eleştirel bir biçimde dönmemiz gerekiyor. Bu kaynak, bugün hâlen işçi sınıfının kendini özgürlüğe kavuşturması için, sömürülen ve baskı altında yaşayan insanlığın kurtuluşu için savaşmakta olanlar için vazgeçilmez bir devrimci teorik ve pratik ilham ve yaratıcılık kaynağıdır. İşte bu ruhla biz, 2024 yılını Lenin Yılı ilan ediyoruz!

Kızıl Ekim’in mimarı Lenin de, Ekim Devrimi’nin kendisi de, Sovyetler Birliği’nin destansı ve trajik ömrü de tarihî bir kalıntı değil değil, geleceğe yönelik olmazsa olmaz hazırlıklardır!

 

2) Konferansımızı açarken, son yüz yılda hem Sovyetler Birliği’nde hem de tüm dünyada Lenin’in mirasını, onu yok etmek isteyenlere karşı kahramanca savunan ve onu yaratıcı biçimde geliştiren herkese saygılarımızı sunuyoruz.

Özellikle bugün bu konferansta uluslararası çapta tanınan bir Marksist olan, Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi’nde Siyasal İktisat ve Marksist Çalışmalar Profesörü, Alternativi hareketinin ve dergisinin kurucularından, birçok önemli teorik kitap ve makalenin yazarı, hem Rusya’da hem uluslararası birçok başarılı bilimsel, kültürel ve politik etkinliğin örgütçüsü Aleksandr Vladimiroviç Buzgalin yoldaşa saygılarımızı sunuyoruz.

Buzgalin yoldaş, tüm ömrünü, teorik araştırmalarını ve politik mücadelesini, özellikle Sovyetler Birliği’nin çöküşünü izleyen trajik yıllarda komünizmi bürokratik bozulmalara ve burjuva iftiralara karşı savunmaya, enternasyonalizmi eyleme dökmeye, Lenin’in mirasını geliştirmeye, yaratıcı bir Marksizmi yenilemeye, genç nesilleri özgürlüğe giden, yaratıcı yeni bir insana giden yolda eğitmeye adadı.
 

3) Bugün neden Lenin’e dönmeliyiz? Neden onun teorik ve politik devrimci katkısını bugün, bu çalkantılı zamanlarda yeni baştan keşfetmeliyiz?

Marx’ın doğumunun iki yüzüncü yıldönümü olan 2018’de kapitalist sınıfın tanınmış sözcülerinin ve ana akım burjuva basınının tepkisi gözümüzden kaçmamıştıi. Pek muteber Amerikan gazetesi New York Times, 30 Nisan 2018’de neşeli bir başlıkla İyi Ki Doğdun Karl Marx, Sen Haklıydın! diye bir yazı yayımlamıştıii. Çok kısa süre sonra, 4 Mayıs 2018’de Londra Borsası’nın sesi, aynı düzeyde muteber ve burjuva Financial Times da iktisat tarihçisi Adam Tooze’un çarpıcı bir biçimde Karl Marx Neden Bugün Hiç Olmadığı Kadar Önemlidir diye başlık attığı bir kitap tanıtım yazısını yayımladıiii.

Bugün, Lenin’in ölümünün yüzüncü yılında, buna benzer bir şey görmek mümkün değil. Neden?

 

Marx’ın düşmanlarını, ona hakkını geç ve her şey olup bittikten sonra teslim etmeye iten şey, bu düşmanların öngöremediği, 2008’den bu yana çözümsüzce süregiden, bir küresel kapitalist krizin patlak vermesi oldu. Korka korka Marx’a dönmek zorundalar, çünkü burjuva iktisadı krizi açıklayamıyor. İtiraf etmek zorundalar ki burjuva iktisadı “geçmişi açıklayamaz: 2007 küresel krizi öngörülemedi, en derin sebepleri anlaşılamadı. Aynı zamanda günümüzü de anlayamaz: merkez bankaları ve hükümetlerin aldıkları büyük teşvik paketleri, miktar genişlemesi, sıfıra yakın faiz oranları gibi olağanüstü, heterodoks önlemlere rağmen neden krizin bir türlü çözülemediği anlaşılmıyor. Nihayet, geleceği öngöremez, her ne kadar ufukta habis işaretler belirmekteyse deiv.” İçlerinden en azından biri, Chris Giles, “Gelecek muğlak, şu an muğlak, geçmiş muğlak” diye yazıyorduv.

İşte bu teorik iflas, epistemolojik çıkmaz ve genelleşmiş kerteriz yokluğu içinde Nouriel Roubini gibi liberal iktisatçılar “Marx’ın kapitalizmin kendi kendini yok etme yönünde eğilimler içerdiği yönündeki görüşünün her zamankinden geçerli olduğu konusunda mutabık” kalabilirlervi.

 

Think tank’leriyle, analizcileriyle ve özürcüleriyle hâkim sınıf, kapitalizmin, hatta dünyanın sonunun mümkün olduğunda mutabık kalabilirler. Ama muzaffer bir sosyalist devrim, asla! Ve Lenin, tam da muzaffer Ekim Devrimi’yle kopmazcasına bağlantılıdır!

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Bolşevik önderin bizzat kendisi bu olayı dünya sosyalist devriminin başlangıcı ilan etmişti. Yani dünyanın bugünkü tüm hâkimleri için korkunç bir gelecek tahmini!

Bunların büyük çoğunluğu, Lenin’in 1991’de Sovyetler Birliği’nin enkazının altında kaldığı ve orada sonsuza dek gömülü kalacağı düşüncesinde teselli buluyor. Buradan hareketle Lenin’le beraber 1917’de ortaya çıkan dünya kapitalizminin bir devrimle yıkılacağı tehdidinin de gömülü kaldığı kanısına varıyorlar.

 

Bu egemen ve hayalperest görüşün tamamen bir yanılsama olduğu ortaya çıktı. Fukuyama’nın Tarihin sonu, liberal kapitalizmin nihai ve mutlak zaferi ve Amerika tarafından yönetilen dünya İmparatorluğunun tek kutup anı gibi aldanmalarıyla beraber bitti gitti. Burjuvazinin beklentileriyle tezat biçimde Tarih akışını hızlandırdı, liberal kapitalizm uzun ve yükselen bir küresel krize gark oldu, Amerikan kapitalizmi ve dünya hegemonyasının düşüşü ise emperyalist savaş dürtüsünün giderek daha acımasız biçimlere bürünmesinden anlaşılıyor. Savaş, tarihî olarak gerilemekte olan bir toplumsal sistemin çözülmesi ve çöküşünü önlemek üzere izlenen umutsuz bir politikanın başka araçlarla devamı ve genişletilmesidir.

Amerikan ve dünya kapitalizminin tüm hesapları SSCB faciasıyla görülüp kapandıysa, ne diye eski Sovyet coğrafyasını, Sovyet sonrası Rusya’yı ve savaş yolunda girmişken Çin’i kukla rejimler altında parçalayıp sömürgeleştirmek amacıyla verilen bir NATO vekalet savaşıyla 1991 felaketini tamamlama ihtiyacı duyuyorlar?

 

 

Amerikan ve NATO emperyalizminin Rusya ve Çin’i, yani yirminci yüzyılın en büyük iki toplumsal devriminin yaşandığı iki ülkeyi kendine en büyük stratejik hedef olarak seçmesi, bu ülkelere acilen saldırma ihtiyacı duyması tesadüf mü? Neden bu ülkelerin çürümekte olan dünya kapitalist düzenine eklemlenmeleri, korkunç bir dünya savaşı dürtüsünü gerektirsin?

Yalnızca gerilemekte olan dünya sistemi sınırları içinde kendilerine rakip olabilecek bir gücün gecikmeyle de olsa ortaya çıkmasından mı korkuyorlar yoksa 1991 faciasının tersine dönmesi ihtimalinden ödleri mi kopuyor?

Avrupa’nın kalbinde ve Ortadoğu’daki savaşlarla, ama aynı zamanda Küresel Güney’deki onlarca askerî çatışmayla Amerikan ve dünya kapitalizmi, ya da Lenin’in derin analizindeki adıyla emperyalizm, dünyayı ve insanlığı bir nükleer holokostun eşiğine getirmiş bulunuyor.

Yoksa yeni bir “Lenin anı” onları dünyanın sonunun gelmesinden daha fazla mı korkutuyor?

 

4) Günümüzün çözümsüz küresel kapitalist krizi, gitgide yaklaşan bir emperyalist dünya savaşına doğru evrilirken, Lenin’in emperyalizm üzerine teorik çalışması, yakıcı bir güncellik kazanıyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden, Avrupa’daki barbarlıktan ve uluslararası sosyalist solun çöküşünden sonra Lenin’in ya tek başına ya da küçük bir azınlık içinde verdiği mücadele, tüm devrimci hayatının en dramatik ama aynı zamanda en yaratıcı dilimini teşkil ediyor. Sovyetlerde örgütlenmiş kitlelerin başındaki Bolşevik Parti’yi 1917 Ekim Devrimi’nin zaferi için hazırlamak, siyasal olarak yeniden silahlandırmak ve partiye önderlik etmek hem Lenin hem Trotskiy için hayati bir gereklilikti.

 

Yeni bir devrimci öznelliğin yükselişi ne otomatik ne de doğrusal bir süreçti. Sovyet iktidarına giden yol engellerle, tuzaklarla, çatışmalarla, ölümcül karşı-devrimci tehlikelerle, işçi sınıfının öncüsüne yönelik baskılarla, Bolşevikler’in içinde ve ötesinde devrimci güçlerin yeniden derlenişi ve doğrultunun yeniden belirlenmesi ihtiyacıyla doluydu. Devrimci teoride bir sıçrama olmadan devrimci pratikte bu kadar büyük bir sıçrama mümkün olamazdı.

 

Marksizm kendini bilinçsiz tarihsel sürecin bilinçli ifadesi olarak kabul eder. Fakat psikolojik anlamda değil tarihsel-felsefi anlamda ‘bilinçsiz’ olan bu süreç, kendi bilinçli ifadesiyle ancak zirve noktasında, kitleler salt kendi kuvvetleriyle toplumsal rutini parçalayıp tarihsel gelişimin en derin ihtiyaçlarına muzaffer ifade biçimleri verdikleri zaman çakışır. Ve tam bu anlarda çağın en yüksek tarihsel bilinci, teorinin en uzağındaki ezilmiş kitlelerin dolayımsız eylemiyle birleşir. Bilinçle bilinçdışının yaratıcı bileşimine genelde ‘ilham’ denir. Devrim, tarihin ilhamla coşmasıdır.”vii
 

Lenin, Cihan Harbi’nin patlak vermesinden ve İkinci Enternasyonal’in teslimiyetinden emperyalizmin özgül tarihsel doğasını kavramak zorundaydı. Bu bilimsel ve tarihsel-diyalektik maddeci temelde dünya-tarihsel alandaki bütün güçler dizisini doğru biçimde kavradı. Emperyalist savaş yalnızca Büyük Güçler arasında bir çarpışma, salt devletlerarası askeri bir çatışma değildi. Aynı zamanda sınıf savaşında çıkarları nesnel olarak devletlerle uyuşmayan sınıf güçlerini, halk kitlelerini de içeriyordu.

Lenin, bu temelde emperyalist dünya savaşını uluslararası sosyalist devrime dönüştürme çizgisini geliştirdi. Sonunda, pusula olarak bu enternasyonalist çizgiyi kullanarak, Bolşeviklerin ve işçi, köylü ve asker Sovyetlerinin, bir savaş felaketini Rusya'daki sosyalist devrimin zaferine dönüştürmesini sağlamayı başardı.

Devrimci program, önceden belirli, değişmez bir talep listesi değil, değişmekte olan gerçekliğin en yüksek niteliksel ve niceliksel incelemesinden yola çıkarak teorik bir titizlikle ortaya konmuş bir eylem rehberiydi. Tarihsel ve maddeci diyalektik olmaksızın proletaryanın savaşçı partisinin devrimci programı da olmaz.

 

 

1914’ün ilk şokundan sonra Lenin’in ilk mühim adımı, Hegel’in Mantık Bilimi ve Antik tarih ve Aristoteles’ten modern çağın ve Yirminci Yüzyıl başlarının filozoflarına kadar geniş bir felsefi alanın ayrıntılı bir incelemesi yoluyla köklü, özgün ve derin biçimde materyalist diyalektiği yeniden işlemek oldu. Lenin’in Felsefe Defterleri hem onun teorik laboratuvarının eşsiz bir kanıtı, hem de İkinci Enternasyonal’in reformist oportünizminin teorik temelini teşkil eden sözde ortodoks Marksizmden metodolojik kopuşunun yaşayan belgesidir.

 

Lenin’in bu yoğun felsefi ve metodolojik çabası ve mekanik düşünce ile doğrusal aşamacılıktan kopuşu, Cihan Harbi boyunca araştırmalarının politik ağırlık merkezini oluşturan emperyalizm hakkında her yazdığına sinmiş, damgasını vurmuştur. Mütevazı biçimde Popüler Bir Özet altbaşlığını taşıyan küçük kitabı Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, sansür koşulları altında ve özet halinde müthiş bir teorik emeğin sonuçlarını serimler. Bu kitap, dağ gibi empirik malzemenin ve başta Hobson ve Hilferding’in eserleri olmak üzere dönemin emperyalist tartışmalarının eleştirel bir çalışması üzerine temellenmiştir. Bu yorulmak bilmez eleştirel emek, oylumlu Emperyalizm Defterleri’nde görülebilir.

 

 

Bu Defterler’de felsefeye yönelik sürekli bir dikkat, diyalektiğe ve onun kategorileriyle kavramlarına sürekli yapılan referanslar, hatta Hegel’in Tinin Görüngübilimi’ne ilişkin ilginç bir not buluruz.

 

Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması kitapçığı, bu epistemolojik çerçeve içinde dikkatli biçimde incelenmelidir. Herhangi bir alıntının bütün diyalektik – tarihsel maddeci araştırma ve serimleme bağlamından eklektik biçimde koparılması, felaket politik sonuçlara yol açar.

 

 

5) Bıktırırcasına tekrarlanan tam da böyle bir alıntılama, Lenin’in genelde anlaşılmadan alıntılanan ve beş ekonomik özelliğe indirgenen emperyalizm tanımıdır:

(1) Üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda belirleyici rol oynayan kartelleri yaratmıştır; (2) banka sermayesi sınai sermayeyle kaynaşmış, ve bu mali-sermaye temel üzerinde bir mali-oligarşi yaratmıştır; (3) sermaye ihracı, meta ihracından ayrı olarak özel önem kazanmıştır; (4) dünyayı aralarında bölüşen uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur; (5) en büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır.viii

 

Bu tanım, bağlamından koparılıp soyut, ölü bir formüle indirgenerek, eşitsiz ve birleşik dünya tarihsel gelişiminde her somut, canlı, spesifik toplumsal formasyona yapay olarak empoze ediliyor. Evrensel, tikel ve tekil arasındaki diyalektik ortadan kalkıyor.

 

 

Bu tahrifat içinde Lenin’in kendi uyarısı ihmal ediliyor. Bu tanımdan hemen önce Lenin uyarıyor: “gelişme sürecindeki bir görüngünün birçok bağlantısını hiç kavrayamayan bütün genel tanımlardaki itibari ve göreli değerleri unutmadan”! Tanımın hemen sonrasında Lenin ekliyor: “Yukarıdaki tanımda olduğu gibi, yalnızca salt ekonomik temel kavramları değil, aynı zamanda, genel olarak kapitalizmin karşısında kapitalizmin bugünkü evresinin tarihsel yerini de, başka türlü söylersek, emperyalizm ile işçi hareketi içinde belirmiş iki temel eğilimin ilişkilerini de göz önünde tuttuğumuzda emperyalizm hakkında yapılabilen ve yapılması gereken [bir] öbür tanım” vardırix! Bu iki eğilim, oportünist ve devrimci eğilimlerden başkası değildir.

 

Günümüzde bazen “Leninistlik” iddiasında bile olabilen oportünist eğilim, bu beş tanım kıstasını Çin’e ve Rusya’ya rastgele uygulayarak bu ülkeleri emperyalist ilan ediyor. Böylece ABD ve NATO’nun Ukrayna’daki vekâlet savaşı veya Amerikan emperyalizminin Çin’e karşı saldırganlığı karşısında her iki tarafa da eşit mesafede kalışlarını meşrulaştırıyorlar.

 

Bu tahrifatın başka versiyonlarında bu gerici tarafsızlık politikasını biçimci olarak gerekçelendirenler, Lenin’in kendisine karşı Lenin’e rüşvet-i kelam etmek için Küresel Kuzey ve Küresel Güney arasındaki çatışmaları açıklarken “alt-emperyalizm”, “periferi emperyalizmi”, “emperyalizme geçiş aşamasında kapitalizm” vb. sözde kavramlar kullanıyorlar.

 

Bu sözde kavramlar, Lenin’in emperyalizmin tarihsel doğasına dair temel yönelimini tamamen ihmal ya da inkâr ediyor: yani emperyalizmin “çözülen”, “asalak”, “çürümüş”, “can çekişen” bir kapitalizmden sosyalizme geçiş aşaması olduğu teşhisini (sıfatların hepsi Lenin’e ait!).

 

Kapitalizmin ötesinde, daha yüksek bir toplumsal üretim tarzına, sermayenin fetiş biçiminden daha yüksek bir toplumsal yaşam biçimine (“Die Gestalt des gesellschaftlischen Lebensprozess” – toplumsal yaşam sürecinin bütünlüğü – Marxx) bu geçiş, bir ya da birkaç ülkede başlayabilir, ancak ancak tüm dünya çapında tamamlanabilir. Tam da emperyalizmin bu geçiş dönemi karakteri, bu sürecin tek ülkede tamamlanmasını önler. Tam da bu sebeple dünya çapında bir sürekli devrim, nesnel olarak gereklidir.

 

 

6) Lenin’in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması eserinin son iki bölümü, yani “Emperyalizm: Kapitalizmin Özel Aşaması” adlı 7. ve “Kapitalizmin Asalaklığı ve Çürümesi” adlı 8. bölümleri, emperyalist çağın doğasını çok açık biçimde ortaya koyuyor. Tam da bu sebeple bu iki bölüm ya ihmal ediliyor ya da “yanlış” yahut “artık geçersiz” denerek reddediliyor.

 

Düzenin özürcüleri, kendini sürekli yenileyen kapitalizmin her zaman “yeni”, hatta “daha yüksek” aşamalarını keşfediyorlar. Plus ça change plus c’est la même chose – Değiştikçe aynı kalıyor! Ancak başka başka biçimler altında ölümsüz kapitalizme sürekli yeniden dönüşler mümkündür!

 

Böyle izlenime dayalı varsayımların hem günümüz hem gelecek için taşıdığı siyasi sonuçlar geniş kapsamlıdır. Ana akım burjuva ideolojisinin de itiraf ettiği gibi, “geçmiş muğlak, günümüz muğlak, gelecek muğlak”. Kerteriz belirlemek ne mümkün ne de gerekli. Geçerli tek sonuç ise Thatcher’in aforizması: Başka seçenek yok (There Is No Alternative – TINA).

Lenin’in ölümünden bugüne geçen yüz yılda şüphesiz ki birçok büyük değişim yaşandı. Geçiş dönemi, tam da sürekli ve ani değişimler sürecidir. Yani “azalış ve artışlarla malul”, aşamalı ve pürüzsüz bir evrimin değil, “zıtların mücadelesinin”, çelişkilerin açımlanmasının, zıdda dönüşümlerin, ileri sıçramaların ve gerilemelerin, sakin ve durgun zaman dilimlerinden volkanik patlamalara, savaşlara, devrimlere ve karşı-devrimlere keskin dönüşlerin hâkim olduğu bir süreçxi.

 

Hegel’in işaret ettiği üzere, tarihsel gerileme evresi, daha yüksek bir toplumsal örgütlenme ilkesinin doğuşunun tersinden ifadesidirxii. İçinde bulunduğumuz kapitalizmin gerileme evresi, Lenin’in de dediği gibi, “kapitalizmden daha yüksek bir toplumsal ve ekonomik sisteme geçiş çağının özelliklerinin biçimlendikleri ve tüm alanlarda zuhur ettiklerixiiiözel bir tarihsel aşamadır. Lenin’in analizinin can alıcı noktası tam da budur: emperyalizm bir yayılmacılık politikası değil, asalak, çözülme halinde, can çekişen kapitalizmin tarihsel aşamasıdır. Toplumun daha yüksek, sosyalist biçimde yeniden örgütlenmesine geçişin dönemidir; komünizme, özgürlük alanına doğrusal olmayan dönüşümün süreci. “Emperyalizm-sonrası aşamalar”ın tüm mucitlerinin ihmal ya da inkâr ettikleri temel nokta budur.

 

7) Bu hayati önemdeki noktayla bağlantılı bir başka nokta da şu: kapitalizmin ötesine geçiş, geçmişte olduğu gibi bir sınıflı toplumdan başka bir sınıflı topluma geçiş değildir. Sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçişin, yani dünya komünizmine geçişin yaşanacağı bir bütün tarihsel evredir. Bu otomatik, doğrusal bir evrim değildir, dünya sosyalist devrimini gerektirir.

Devrimci öznelliğin önemi müthiş artmıştır. İleriye doğru her adımın yönetimi, insanlığı her türlü sömürü ve baskıdan kurtarmadan kendini kurtaramayacak evrensel sınıf olarak işçi sınıfının bilinçli katılımını gerektirir. Bu tarihsel görevi yerine getirebilmek için işçi sınıfı, kendi bağımsız kitle mücadelesi ve siyasal iktidar organlarında, her şeyden önce de devrimci bir Enternasyonal’e bağlı devrimci savaş partilerinde örgütlenmelidir.

Lenin’in mirasının yaşayan kalbi işte bu kilit noktada atmaktadır.

 

Lenin’in mirası, uzak geçmişe değil, açık ve gerekli bir geleceğe ilişkindir. Gelecek açıktır, önceden belirli değil. Varacağımız nokta, ulusal ve uluslararası çapta yaşayan güçlerin yaşayan mücadelesine bağlıdır. Bu gelecek gereklidir çünkü nesnel çelişki ve şartlardan doğmaktadır.

Günümüzde küresel kapitalist kriz, eşi görülmemiş boyutlarda toplumsal yıkım, iklim felaketi, nükleer bir kıyımı da içeren dünya savaşı gibi koşullar üretiyor. Bu durumda insanlığın önündeki açmaz, geçmişte olduğu gibi “Ya sosyalizm ya barbarlık” şiarıyla sınırlı değildir. Sosyalizm yoksa gelecek de olmayacak.

21 Ocak 2024


 

i Bakınız Savvas Matsas (2019), “Karl Marx and the Future”, Critique 47:1 63-69

ii Jason Barker, “Happy Birthday, Karl Marx, You Were Right!”, New York Times, 30 Nisan 2018, https://www.nytimes.com/2018/04/30/opinion/karl-marx-at-200-influence.html, erişim tarihi 1 Mayıs 2018.

iii Adam Tooze, “Why Karl Marx is more relevant than ever”, Financial Times, 4 Mayıs 2018, https://www.ft.com/content/cf6532dc-4c67-11e8-97e4-13afc22d86d4?segmentld=a7371401-027d-d8bf-8a7f-2a746e767d56, erişim tarihi 4 Mayıs 2018.

iv Savvas Matsas, a.g.y.

v Chris Giles, “Has Economics Failed?”, Financial Times, 23 Nisan 2018

vi Jason Baker, a.g.y.

vii Lev Trotskiy, My Life, Bölüm XX: “In Power”, https://www.marxists.org/archive/trotsky/1930/mylife/ch29.htm

viii V. I. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Bölüm 7: “Emperyalizm, Kapitalizmin Özel Aşaması”, Eriş Yayınları, syf. 90.

ix A.g.e., syf. 91.

x Karl Marx, Das Kapital, cilt I, Dietz Verlag, Berlin 1972, syf. 94.

xi Lenin, Philosophical Notebooks, Completed Works, Cilt 38, Progress Publishers: Moskova, syf. 360.

xii G. F. W. Hegel, Principles of Philosophy of the Right and the State, § 347.

xiii Lenin, Emperyalizm, Bölüm 7.