3 Kasım’ı 4 Kasım’a bağlayan gece, devlet 5 milyon Kürdün iradesini gözaltına aldı! Yaşanan budur. 1 Kasım oylamasında, yani neredeyse günü gününe bir yıl önce, büyük çoğunluğu Kürt, 5 milyon seçmenin oylarıyla en zor koşullarda barajı geçerek meclise giren HDP’nin çok sayıda milletvekili, evlerine yapılan baskınlarda zorla götürüldüğünde ezilen özgürlük, bu 5 milyon Kürdün ve öteki HDP seçmenlerinin özgürlüğüdür. Sadece HDP milletvekillerinin değil, 5 milyon insanın kendi temsilcilerini seçme özgürlüğü ellerinden alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti, 10 yurttaşından birinin özgürlüğünü çalmıştır!
Neden? Milyonların oyuyla meclise gelmiş milletvekilleri neden gözaltına alınmıştır? Verilen gerekçe anlamsızdır: Milletvekillerinin savcılara ifade vermeye gitmemesi dolayısıyla deniyor. O zaman geri gidelim: Milletvekillerinin savcılarca çağırılması normal değildir; nasıl oluyor bu? Çünkü dokunulmazlıklar kaldırılmıştır. O zaman soralım: dokunulmazlıklar neden kaldırılmıştır?
İşte bunun cevabı açıktır. Bu cevabı aslında bütün Türkiye biliyor ama artık konuşamıyor. Tayyip Erdoğan-AKP iktidarı, 7 Haziran seçimlerini yitirdiği için savaşı yükseltmiştir de ondan. Cevap bu kadar yalındır. Bu durumda çıkışın yolunu, Kürtlerle “çözüm süreci” olarak anılan görüşmelerin bitirilmesinde, savaşın tırmandırılmasında, Türkler arasında şovenizmin, yani keskin milliyetçiliğin kışkırtılmasında, böylece AKP’nin hem milliyetçi toplum kesimlerinden daha fazla oy almasında, hem de Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP’yi kendi yanına çekmesinde bulmuştur. O günden bugüne her iki taraftan da binlerce genç ve başka yaştan insan öldüyse, bunun sebebi AKP’nin oylarını arttırma ve mecliste çoğunluğu bulma ihtiyacıdır. Türkiye bir ikbal savaşı yaşıyor. Bunun bedelini bütün toplum birlikte ödüyor.
1993 konsepti 2015 konseptinde “dirildi”
Atılan bu adımla Türkiye, arada yaşanan bütün “barış”, “açılım”, “çözüm süreci” göz boyamasına rağmen Kürt sorununda hiç ilerlemediğini açıkça ortaya koydu. 4 Mart 1994’te dokunulmazlığı kaldırılan DEP milletvekillerinin bazıları meclisten polisçe alınmışlardı. Bu olay, özellikle bir polisin Orhan Doğan’ın boynuna dirseğiyle sarılması görüntüsü, Türkiye siyasi hayatı üzerinde yıllarca ağır bir travma yaratmıştı. Bu milletvekillerinin bir kısmı yıllarca hapis yattıktan sonra aklandılar, yeniden meclise girdiler. Ama şimdi aradan 22 küsur yıl geçtikten sonra Türkiye devleti yine Kürtlerin vekillerine yine polisiye yöntemlerle saldırıyor!
4 Mart 1994, “1993 konsepti” olarak ünlenmiş bir politikanın ürünüydü. Kürtlerin sivil siyasi politika yaptıkları alanlarda katliamları da içeren bir saldırı politikasıydı bu. Mimarları Tansu Çiller ve Mehmet Ağar’dı. Devrimci İşçi Partisi, 2015 yılında AKP 7 Haziran’ın rövanşını alabilmek için “çözüm süreci”ni terk ederek gözü dönmüş bir politika gütmeye başlayınca bu politikaya buna nazire olarak “2015 konsepti” adını taktı. Şimdi girişilen baskı Türkiye’nin tam tamına o döneme geri dönmüş olduğunun doğrulanması olmuştur.
Tarihe dikkat edilsin: 3 Kasım’ı 4 Kasım’a bağlayan gece. 3 Kasım, siyasi hayatımızda özel bir yeri olan Susurluk kazasının 20. yıldönümüdür. Polis Demirtaş, Yüksekdağ ve arkadaşlarının evini, kitle tepkisi derhal sokaklara taşmasın diye 3 Kasım sabahı değil gece yarısında basmıştır. Ama 3 Kasım’da basmıştır!
Bu kesinlikle rastlantı değildir. AKP iktidarı Türkiye’nin siyasi hayatında sembolik anlam kazanmış tarihlere kendi imzasını atmayı çoktan benimsemiştir. 2010 referandumu 12 Eylül darbesinin tam 30. yılında yapılmıştır. Tayyip Erdoğan dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliğini imza için kendisine tanınan yasal sürenin son gününe kadar bekleterek 7 Haziran seçimlerinin yıldönümünde imzalamıştır. Başka örnekler de vardır. İşte şimdi AKP iktidarı HDP eş başkanları ve milletvekillerini 3 Kasım’da gözaltına alarak, “derin devlet”in üstünlüğünü, eski yöntemlerin kullanılmasından kaçınılmayacağını ilan ediyor! İlaveten, 3 Kasım 2002 AKP’nin ilk kez iktidara geldiği seçim olduğu için, bir zafer kutlaması olarak da okunabilir bu tarih.
Bunun bir anlamı da AKP’nin Mehmet Ağar’a iade-i itibar sağlamasıdır. Çok kısa süre önce geçmişte Ağar’ın yetiştirmiş olduğu Süleyman Soylu İçişleri Bakanlığına getirildi. Bunun ardından Ağar makbul bir adam olarak Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na çağırıldı. Orada şöyle dedi: “Son dönemlerde emniyet teşkilatında bir aydaki toparlanma bile bir sürü canlı bombanın etkisiz hale gelmesi bulunması sonucunu getiriyor.” Ağar neden “bir ay” diyor. Çünkü kendisi Ekim ayında konuşuyor, Süleyman Soylu içişleri bakanı olarak göreve Eylül başında başlamıştır. Ağar Soylu’nun kefilidir. Kefili Ağar olanın siyasi tıynetini değerlendirmek kolaydır!
Kürt sorunu söz konusu olduğunda Sözcü AKP’nin sözcülüğünü yapıyor, Aydınlık ampulün ışığını saçıyor!
Erdoğan ve AKP’nin 7 Haziran yenilgisinden sonra neden savaşı yeniden tırmandırdığını anlamak için Bahçeli’nin dün neredeyse vatan haini ilan ettiği Erdoğan’ı bugün nasıl baş tacı yaptığına bile bakmaya gerek yok. Eskiden Erdoğan ve AKP’nin baş düşmanı olduğunu ilan eden, kendisine ve izleyicilerine “Mustafa Kemal’in askerleri” nitelemesini uygun gören Vatan Partisi ve Aydınlık, iş Kürt sorununa ve “derin devlet”e gelince yelkenleri suya indirdi ve Erdoğan’ın arkasına geçiverdi. Bu ideolojik zehir saçan sözde solcu emekli paşa örgütünün amacı, Fethullah Gülen cemaatinin eline düşmüş olan “derin devlet”i yeniden ele geçirmek ve Kürt halkının özgürleşme taleplerinin ezilmesidir.
Haydi, Vatan Partisi ve Aydınlık Erdoğan’a desteğini zaten açıklamış bulunuyor. Ya Sözcü? O sağda solda hâlâ Erdoğan karşıtı olmakla övünüyor, ama iş Kürt sorununa geldiğinde ondan farksız. Yılmaz Özdil’in Kürt düşmanı ırkçılığı, dilinin sivriliğinde nice Yeni Akit yazarını aratmayacak kadar ileridir.
Bunun anlamı şudur: Kürt sorununda Türk milliyetçiliği yapmak, Erdoğan-AKP karşıtı kampı fena halde bölüyor. Her kim bugün Kürt düşmanlığı yapıyordur, o Erdoğan ve AKP’nin Sünni dünyası üzerinde “Reis” hâkimiyeti kurma hayallerinin ifadesi olan Rabiacılık programının, içeri kıvrılmış başparmak ve yukarı bakan dört parmaktan ibaret el işaretiyle dile gelen o korkunç mezhep savaşı programının başarısına katkıda bulunuyor demektir. Her kim bugün Ortadoğu çapında Kürtlere karşı mevzileniyorsa o ABD emperyalizminin dişlerini Türkiye’nin ensesine daha da sıkı geçirmesine yardım ediyor demektir!
CHP burada özellikle gerici bir rol oynuyor. Bir yandan sözde HDP ile bir diyalog yürütüyor. Bir yandan da HDP’nin dışlandığı bir “Milli Mutabakat”a destek vererek borsa ve doların istikrarına katkıda bulunuyor; en fazlasından “Yenikapı’ya HDP de çağrılmalıydı” diye mırıldanıyor. Daha da yüz kızartıcısı, dokunulmazlık mecliste oylanırken Kılıçdaroğlu “taktik yapıyorum” mazereti altında lehte oy kullanıyor. Bugün Demirtaş, Yüksekdağ ve arkadaşları polis baskınlarıyla gözaltına alındıysa, 5 milyon Kürdün iradesi postallarla çiğnendiyse, onların seçtiği milletvekilleri Terörle Mücadele polisine teslim edildiyse, bunun utancı aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nundur! Ama yarın Erdoğan Bahçeli’nin de desteğiyle Kürt düşmanı bir “milli hükümet” kurmak isterse oraya muhtemeldir ki Kılıçdaroğlu’nun değil Baykal’ı bakan yapacaktır!
Öncü işçiler için Kürt kardeşlerinin iradesine ambargo kabul edilemez!
Sözde Erdoğan ve AKP muhaliflerinin Kürt sorunu söz konusu olduğunda iktidarın ardında dizilmesinin nedeni, Türkiye sermayesinin, sadece Albayrak’ların değil Koç’ların da, Irak’ta Kürtlerin yaşadığı bölgedeki petrole göz koymuş olmasıdır, bu nedenle burjuvazinin saflarında Kürt sorunu konusunda bir yakınlaşmanın yaşanıyor olmasındandır. Bu bölgeye bugün hâkim olan Mesud Barzani, AKP iktidarı ile etle tırnak gibi bütünleşmiştir. Türkiye burjuva devleti Barzani dışında hiçbir gücün Kürt halkını temsil etmesini izin veremez. Barzani ise Kürt toplumunda ABD emperyalizmi ve AKP Türkiyesi’nin kanatları altında Kürt aşiretlerinin ve gelişmekte olan yeni rantiye burjuvazinin çıkarlarını temsil etmektedir. Kürt halkının öteki örgütlerine bu yüzden sırt çevirmiştir.
Bu yüzdendir ki Türkiye AKP yönetiminde Ortadoğu’da bir macera peşine düşmüştür. Türk ve Kürt gençlerinin kanının Irak’ta, Suriye’de ve belki başka yerlerde petrol için dökülmesine yol açacak bir politika izlemektedir. Sermayenin petrol sayesinde kârına kâr katmasının bedeli işçi sınıfı, yoksul köylüler ve kent yoksulları için, özellikle gençler için hayatını verme riskidir. Aynı politikanın Türkiye içindeki yansıması, Kürt sorunu temelinde otuz yılı aşkın süredir yaşanmakta olan savaşı tırmandırmaktır. HDP milletvekilleri bu petrol politikasının sonucunda tutuklanmıştır. Petrol açılımı, Kürt açılımına galebe çalmıştır!
İşçi sınıfının başkalarının kârı için verecek hayatı, feda edeceği gençleri yoktur. Bu yüzden siyasi bilinç sahibi öncü işçiler Kürt halkının, 5 milyon Kürdün siyasi iradesinin çiğnenmesine elbette karşı çıkacaktır. Kürt halkı yoksul bir kardeş halktır. Onların da bizim işçilerimiz gibi kendi dilini konuşmaya, kendi müziğini dinlemeye, kendi çocuğuna istediği adı koymaya, seçtiği temsilcilerin onu temsil etmesine hakkı vardır.
Kürt halkının haklarını ayaklar altına alan iktidar, aynı zamanda işçi sınıfının bütün haklarını, kazanımlarını, mevzilerini de birer birer söküp alıyor. Zonguldak maden işçisi ve Zonguldak’ın bütün emekçi halkı özelleştirme taarruzu karşısındadır, işini yitirme ya da taşeronlaşıp iş cinayetine kurban gitme tehdidiyle karşı karşıya kalacaktır. Kürt’le alıp veremediği ne olabilir? Yılların işçisi iş güvencesini esas kıdem tazminatından elde ediyordu. Şimdi kıdemin bir fona aktarılması halinde o iş güvencesi yok olacak. İlk sendelemede atılan işçi, yeni iş bulsa bile artık bütünüyle güvencesiz çalışacak. Tayyip Erdoğan’ın patronlar toplantısında söylediği gibi “tekme tokat kapıya konmasa da” en ufak bir güvencesi kalmayacak. Kürdün bununla ilgisi ne? İşsiz genç artık kendine iş bulma hayalini ancak özel istihdam bürolarına hiçbir hakkı olmaksızın kölelik ederek karşılayabilecek. Kürdün sorumluluğu ne bunda?
En önemlisi OHAL! Zonguldak’ın mücadeleci işçileri ve mühendisleri daha yeni KHK ile işlerinden uzaklaştırıldılar. Amaç özelleştirme yapılırken mücadele edilmesini engellemek. KESK’liler devamlı KHK ile işten çıkartılıyor. Amaç memurun iş güvencesi olan 657 sayılı yasayı kuşa çevirirken mücadele olmasını engellemek. Yakında bir yeni KHK ile kıdem tazminatının fona aktarılmayacağını kim garanti edebilir? Demek ki aynı OHAL rejimi işçiyi de, emekçiyi de, Kürdü de vuruyor.
Bu yüzden işçi sınıfı, savaşa karşı, demokratik hakları tırpanlayan OHAL’e karşı, kendi haklarının yamyassı edilmesine karşı, Amerikan emperyalizmine karşı mücadele etmeli, Kürde karşı değil. Kürt, işçinin kardeşidir. O kardeşliği korumak sınıfın çıkarınadır.
Öyleyse hep beraber sesimizi yükseltelim:
5 milyon Kürdün iradesine ambargoya hayır!
HDP milletvekillerini serbest bırakın!
Petrol için savaşa sürülecek gencimiz, dökülecek kanımız yok!
Kürt ile değil Amerika’yla mücadele et!