Uluslararası bir kriz için bağımsız bir sosyalist çözüm
Uluslararası bir kriz için bağımsız bir sosyalist çözüm
1. Lukaşenka’nın bürokratik rejimini ve bu rejimin uyguladığı polis vahşetini hedef alan, ardı ardına gelen protesto, gösteri ve grev dalgalarının üzerinde yükselen Belarus’taki kitlesel altüst oluş, eski Sovyet bölgesinde, Ukrayna’daki 2014 olaylarından sonraki en şiddetli krize neden oldu. Bu krizin etkisi ne ulusal ne de bölgesel ölçekle sınırlıdır. Burada söz konusu olan, dünya çapında büyük sosyal, politik ve jeopolitik sonuçlar doğuracak uluslararası bir krizdir.
2. Kriz, 1994 yılından beri ülkeyi yöneten Alyaksandır Lukaşenka’nın beklenmedik bir şekilde toplam oyların %80’ini aldığı, 9 Ağustos 2020’de düzenlenen seçimlerden sonra patlak verdi. Halkın geniş kesimleri, seçim sonuçlarının, Lukaşenka’nın kapitalist bürokrasisinin hâkimiyetindeki devlet aygıtının marifetiyle ve muhalefetin baskı altına alındığı koşullar altında sahneye konmuş bir oyun olduğunu düşünüyordu. Bu yaygın kanaatin tetiklediği kitlesel gösteriler, yakın dönem Belarus tarihinde daha önce hiç görülmemiş bir biçimde bastırıldı. Fakat rejimin bu tavrı, kitlelerin geri çekilmesine değil, aksine, daha fazla insanın sokaklara çıkmasına, uyguladığı sosyal koruma politikaları nedeniyle yakın zamana kadar Lukaşenka rejiminin arkasında duran, devlet fabrikalarında çalışan işçilerin grevler vasıtasıyla gösterilere katılmasına yol açtı.
Bu durum, ekonomisinin büyük kısmı devlet kontrolünde olan Belarus’un sanayi proletaryasının, tutamayacağı sözler vererek kendilerini oyalayan korumacı bürokratik kapitalist rejimden yüz çevirmeye başladığını çok açık bir biçimde gösteriyordu.
Lukaşenka rejimi, ülkenin uzun süredir durgunluk yaşayan kapalı ekonomisini düze çıkarmak için, bir yandan AB’ye daha fazla açılma sözü verirken, diğer yandan işçi sınıfı aleyhine yasal düzenlemeler çıkartarak özel sektörü ve dolayısıyla piyasa ekonomisini teşvik ediyordu. Yürürlüğe konan “işsizlik vergisi” ise yalnızca –resmi rakamlara yansımayan- işsizliğin çok büyük bir sorun ortaya çıkarmıyordu. Aynı zamanda özel sektöre ne gibi tavizler verildiğini de gözler önüne seriyordu. İş sözleşmelerine ilişkin yeni düzenlemeler işçileri birçok haktan mahrum bırakırken, emeklilik yaşı da yukarı çekiliyordu.
Siyasi grevler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan BDT ülkeleri için yeni bir olgudur. Açıktır ki, bölgedeki yöneticileri gafil avlayan bu grevler, eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki tüm işçiler, özellikle de Rusya’dakiler üzerinde büyük bir etki yaratmıştır.
Halkın özellikle de sanayi proletaryasının nezdinde meşruiyetini giderek kaybeden Lukaşenka’nın Bonapartist korumacı bürokratik rejimi, Ağustos 2020’deki hileli seçimin ardından ortaya çıkan, polisin vahşice saldırdığı protestoların ateşlediği kitlesel ayaklanmayla birlikte sallanmaya başlamış ve derin bir rejim krizine–siyasi iktidar krizine- sürüklenmiştir.
3. AB, NATO ve ABD emperyalistleri, bu krizi, tüm Doğu Avrupa, Balkanlar, eski Sovyet bölgesi, Kafkasya ve hepsinden öte Rusya’da hâkimiyet planlarına hizmet edecek “Batı yanlısı” (“rejim değişikliği” vasıtasıyla emperyalizm yanlısı, sağ kanat) yönetimler kurmak için büyük bir fırsat olarak gördüler. Halkın şikâyetlerini kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmek ve yönetmek için hemen harekete geçtiler.
Belarus’taki gelişmeler Ağustos ayında toplanan AB Zirvesi açısından öylesine önemliydi ki, ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki, bütün bölgeyi yangın yerine çevirebilecek emperyalist ve gerici mücadele bütünüyle bir kenara itildi. AB, kıtanın güneydoğusundaki, doğu Akdeniz’deki krize karşı alınacak önlemlerle ilgili görüşmeleri Eylül ayına ertelerken, Belarus’taki kriz ve bu krize nasıl müdahale edileceği esas gündemi oluşturuyordu.
Belarus’taki çalkantı tam da AB’nin kapitalist entegrasyon projesinin, kapitalizmin dünya çapındaki krizi ve koronavirüs pandemisinin yıkıcı etkileri nedeniyle çıkmaza girdiği bir dönemde vuku buldu. AB emperyalizmi, bu krizi sorunlarını çözebilecek “altın” bir fırsat olarak gördü. Bu ayaklanmanın, AB emperyalizminin hayal ettiği gibi, gerçek bir fırsat yaratıp yaratmayacağı henüz belirsiz. Ancak şurası kesin ki, Belarus’taki gelişmeler, Avrupa emperyalizminin esas itibariyle Rusya’yı kuşatmayı ve AB’yi içine girdiği çıkmazdan kurtarmayı amaçlayan “Doğu açılımı” politikasını yeniden canlandırdı.
AB emperyalizmi böyle bir politika izlerken, Putin de stratejik müttefiki Lukaşenka’ya askeri-politik destek sağlama sözü vererek iki ülke arasındaki geleneksel ilişkileri daha da güçlendiriyordu. Putin bir yandan da AB’deki Alman hegemonyasının temsilcisi ve onun en güçlü lideri Merkel ile gizli görüşmeler yürütüyordu.
Aleksey Navalni’nin zehirlenmesi ve Almanya’da tedavi görmesi, esas itibariyle Batı kamuoyunu etkilemek için bir çeşit Soğuk Savaş silahı olarak kullanılıyordu.
Lukaşenka yeni bir anayasa yapılacağı sözünü verdi. Ancak bu vaadin kitlelerin öfkesini dindirmek ve zaman kazanmaktan başka bir amacı yok. Yeni bir anayasa yapılsa dahi, önce şu sorunların cevaplanması gerekiyor: Bu yeni anayasa hangi sosyal güçlerce ve nasıl yapılacak? Kimin soysal çıkarlarını koruyacak?
Yeni anayasayla ilgili görüşmeler, verilen sözler hiç kimseyi boş hayallere sürüklememelidir.
Emperyalizmin ve ulusal-bölgesel kapitalist güçlerin gerçek arzuları, emperyalizmin ve oligarkların sözcüsü, Kiev Güvenlik Forumu Başkanı ve Ukrayna eski Başbakanı Arsenyi Yatsenyuk tarafından açık bir biçimde ifade ediliyordu. Yatsenyuk, AB ve NATO’nun “Rusya’yla anlaşma hayallerini bir kenara bırakmalarını ve NATO üyeliğini doğuya doğru genişletmelerini” istiyordu. “Bu, Belarus, Gürcistan, Moldova ve Ukrayna’ya açık bir mesaj olacaktır: AB ve NATO üyesi olmanız mümkün ve bu, gerçekçi bir hedef. Bunun için yapmanız gereken şey, açık bir eylemi ortaya koymak ve bu planı takip etmektir”(Financial Times, 30 Ağustos 2020).
Burada, Rusya’nın askeri kuşatma vasıtasıyla boğulması önerilmektedir. Belarus’un AB ve NATO eliyle sömürgeleştirmesi sayesinde, emperyalistler Moskova’nın burnunun dibine konuşlanabilecekler!
4. AB, emperyalizm yanlısı neoliberal muhalefet liderlerini destekleyerek, teşvik ederek ve bu liderlere mali yardım sunarak Lukaşenka rejimine karşı yaptırım uygulama kararı aldı. Bu yaptırım kararlarının arkasında yalnızca seçimlerin yeniden yapılması talebi yok. AB emperyalizmi aynı zamanda kamu işletmelerinin özelleştirilmesini, diğer deyişle, ülkenin “Bulgarizasyon”unu yani yoksul kitlelerin daha önce benzeri görülmemiş bir sefalete itilmesini de istiyor.
Emperyalizm, Maydan’ın bir benzerinin Belarus’ta yaşanmasını umuyor. Ancak bunun gerçekleşmesi uzak ihtimal.
Ancak, bu ihtimalin uzak olması, Belaruslu işçiler ve halk kitlelerinin kafasının politik bakımından karışık olmadığı anlamına gelmiyor. Grev komiteleri ve protesto hareketlerinin, emperyalizm yanlısı neoliberal liderlerin başını çektiği “Koordinasyon Komitesi”nden bağımsız, örgütlü bir politik-ideolojik odağı, programı ve stratejisi yok. Bu durumun nedenlerinden biri de Marksist ve sol güçlerin her anlamda çok zayıf olmasıdır.
Lukaşenka’nın tükenmiş bürokratik kapitalist rejimini, bu rejimin politikalarını ve polis şiddetini; Putin Rusya’sına ya da AB emperyalizmine yanaşmak için yaptığı ümitsiz manevraları müdafaa etmek ya da mazur göstermek, Lukaşenka’nın suçlarına ortak olmaktan başka bir anlam taşımaz.
Emperyalizm destekli bir “rejim değişikliği”nin yaratacağı büyük tehlikeleri hafife almak ya da Avrupa sosyal demokrasisi ve birçok “radikal sol” akımın yaptığı gibi, işçilerin kendiliğinden eylemini ve Lukaşenka karşıtı halk hareketini fetişleştirmek de tümüyle sorumsuz bir tutum olacaktır.
Uluslararası işçi sınıfı hareketi, özellikle de devrimci Marksist komünist öncü, Belarus üzerinden sürdürülen uluslararası çatışmaya bağımsız bir “üçüncü taraf” olarak dâhil olmakla ve mücadelenin uluslararası sosyalizmin çıkarlarına uygun bir şekilde sonuçlanmasını sağlamakla yükümlüdür.
5. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve bu dağılmayı takip eden kapitalist restorasyon süreci, Rusya, Ukrayna, Kafkasya, Orta Asya ve şimdi de Belarus’ta eşitsiz ve bileşik bir seyir izledi.
Lukaşenka yönetimindeki Belarus, Sovyet ekonomisinin paradoksal bir kalıntısı olan, bağımsız bir ülke olarak ortaya çıktı. Ağır sanayi özellikle de enerji, askeri malzeme ve yüksek teknoloji sektörlerinde Rusya’ya bağlı hatta Rusya sanayisiyle neredeyse bütünleşmiş bir ekonomiye sahip olan Belarus katı bürokratik bir devlet tarafından yönetiliyordu. İşçilerin ve halkın yaşam standartları uzunca bir süre korundu. Belaruslular böylece diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerinin özellikle de (Yeltsin yönetimi altında) Rusya’nın yaşadığı felaketlerden kaçınabildiler.
Ancak Belarus’un, sosyalizme doğru yürüyüşünü sürdüren, SSCB’nin 1991’deki çöküşünden kendini sıyırmayı başarmış bir eski Sovyet ülkesi olduğunu söylemek mümkün değildir. Lukaşenka’nın korumacı bürokratik rejiminin amacı, bırakın sosyalizmin kendisini, “tek ülkede sosyalizm” bile değildi. Rejim, aşamalıve kontrollü bir kapitalist restorasyon gerçekleştirmek istiyordu. Böylece hem kapitalizme geçilecek hem de diğer eski SSCB ülkelerinin yaşadığı sıkıntılar ve ayaklanmalar yaşanmayacaktı.
Fakat ekonomik ve jeopolitik nedenlerle Rusya’nın desteklediği, devlet eliyle yürütülen bu tedrici ve gerici dönüşüm nihayet tarihsel sınırlarınaulaştı. Bir yandan halkın ayağa kalkışı, diğer yandan giderek daha da saldırganlaşan AB ve NATO’nun tehditleri Bonapartist rejimi krize soktu.
6. Kapitalist restorasyon bir hava boşluğunda, Tarih’in dışında değil, tarihsel olarak belirlenmiş bir dünya bağlamında gerçekleşir.
Kapitalizmin 2008 yılında mali piyasalardaki çöküşle başlayan krizi, 2020 yılının “kusursuz fırtına”sıyla birlikte akut bir hale geldi. “Tarihin kurnazlığı” 1990’lar boyunca gerici burjuva ideologlarının tekrarlayıp durduğu “tarihin sonu” ve “liberal kapitalizmin nihai ve eksiksiz zaferi” söylemlerini yerle bir etti.
Bu tarihsel süreç, eski “reel sosyalist” ülkelerdeki restorasyon rejimlerinin ekonomik, politik ve sosyal “stabilizasyonu” ya da genişlemesine de son verdi.
Rus ekonomisinin durgunlaşmasının ortaya çıkardığı iktisadi istikrarsızlık, uluslararası ekonominin giderek kötüleşmesinin de etkisiyle “otarşi” hayallerinden hâlihazırda yavaş yavaş uyanmaya başlayan Belarus ekonomisini olumsuz etkiledi. Lukaşenka rejimi Moskova’dan uzaklaşarak AB’yle müzakerelere başladı ve ekonomik “reformlar” yapmak için adımlar attı. 9 Ağustos 2020’deki hileli seçimler ise bardağı taşıran son damla oldu ve mevcut politik krizin tetikleyicisi oldu: Artık ne Lukaşenka ülkeyi geçmiş 24 yıldaki gibi yönetebilir ne de halk böyle bir yönetime rıza gösterir.
7. AB ve NATO emperyalizmi, halk ve zayıflamış Bonapartist rejim arasındaki kırılmayı derinleştirmek, muhalefeti sınırsız özelleştirme ve emperyalizm yanlısı bir “rejim değişikliği” yönelimine sokmak için aktif olarak müdahalede bulundu.
Ekonomi üzerindeki devlet kontrolünün parçalanması, dünya çapındaki kapitalist krizin yarattığı mevcut koşullar altında, yaşam standartlarının yükselmesini sağlayacak bir ekonomik büyümeye değil, aksine, sosyal yıkım ve sefalete neden olacaktır. Bu yönde bir “program” ya da “değişim” Belarus’u bir sömürgeye ve Rusya’nın yanı başında bir NATO ileri karakoluna dönüştürecektir.
Emperyalist “Avrupa’daki son diktatörlüğün alaşağı edilmesi” demagojisi bilinçli bir aldatmadır. Basit bir soru soralım: Orban’ın aşırı sağ “liberal olmayan demokrasisi” neden AB için Lukaşenka’dan daha kabul edilebilirdir? Bunun nedeni, Macaristan’ın bu “liberal olmayan” yöneticisinin Avrupa tarafından kendi “gayrı meşru çocuğu” olarak görülmesi midir?
İçinden geçmekte olduğumuz çağda, küresel kapitalizm krizlerin tehdidi altındaki bütünlüğünü koruyabilmek için, yeniden sömürgeleştirmeye, ülkeleri parçalamaya ve emperyalizme bağlı komprador elitlerin başında olduğu otoriter diktatörlük rejimlerikurmaya başvurmaktadır.
Sovyet karşıtı Afganistan savaşının mimarı, ABD emperyalizminin Polonya kökenli stratejisti Zbigniew Brzezinski, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin hemen ardından, “Büyük Satranç Tahtası” planının uygulanmasında ısrar ediyordu. ABD emperyalizminin yeni dünya düzenindeki ihtiyaçlarını karşılamak ve hegemonik çıkarlarını korumak için, SSCB’nin dağılması ve hatta Boris Yeltsin yönetiminin ülkeyi İMF’nin “şok terapisi”ne teslim etmesi bile yeterli değildi.Rusya Federasyonu’nun parçalanmasını ve tüm eski Sovyet bölgesinin balkanlaştırılmasını sağlayacak koşulların oluşturulması gerekiyordu.
AB ve NATO’nun Belarus’a müdahale etmesi, bu politikanın bir devamıdır. Ancak bu müdahale, ulusal değil, küresel bir sorundur. Bir savaş çıkması durumunda, Belarus’un ötesinde, tüm insanlık büyük bir yıkımla karşı karşıya kalabilir.
8. Küresel sorunlar, küresel çözümler gerektirir. Barbarlığı ve savaşı durdurup insanlığın kurtuluşuna ve dünya sosyalizmine gidecek yolu açmak için, hangi toplumsal güçler ve politik örgütler uluslararası bir çözüm önerebilir? Bu çözüm hangi sınıfların çıkarları üzerine inşa edilmelidir?
Bize göre, tüm yoksullara, ezilenlere, ayrımcılığa uğrayan halk kitlelerine ve azınlıklara öncülük ederek insanın insan tarafından sömürülmesine, ezilmesine ve aşağılanmasına son verecek olan, uluslararası ölçekte örgütlenmiş işçi sınıfıdır.
“Jeopolitik” olaylar ve tehlikeler, bunları vücuda getiren maddi sosyal ve ekonomik koşullardan mekanik bir şekilde ayrılamaz. Rus milliyetçilerinin Belarus kriziyle birlikte yine diline doladığı “Rusya’nın tek müttefiki ordusu, donanması, hava kuvvetleri ve füzeleridir” sloganının peşine takılmak ölümcül bir hata olacaktır. Tüm askeri fantezileri ve nükleer soykırım kâbusunu bir kenara bırakıp şunu hatırlayalım: Geri bir kapitalist ekonomiye sahip olan ve üst sınıfların çıkarları adına savaşlara giren emperyalist Rus imparatorluğu hem Rus-Japon savaşında hem de Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmişti. 1917 Devrimi’nin Rusyası ise işçi ve köylülerden oluşan Kızıl Ordu’yla hem ülkeyi işgal eden 14 emperyalist orduyu hem de “beyaz” karşı devrimi mağlup etmişti. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi savaş makinesini paramparça eden ve insanlığı büyük bir yıkımdan kurtaran yine Ekim’in Ülkesi’nin bu ordusuydu.
Her iki durumda da Sovyet Birliği’nin gerçek müttefikleri yabancı ya da ulusal kapitalistler ve oligarklar değil, barbarlığa karşı ve özgürlük için elinde silahla savaşan uluslararası işçi sınıfı ve ezilen halklardı.
Rusya, Belarus ve tüm eski Sovyet bölgesindeki halkların gerçek müttefikleri bugün de yine Avrupa, Ortadoğu ya da Latin Amerika’nın sömürülen, ezilen ve daha iyi bir gelecek için mücadele eden işçileri ve yoksullarıdır. Bu geleceği elde etmenin tek mümkün yolu, yenilenmiş, yaratıcı ve bürokratsız bir dünya sosyalizmidir.
9. Hristo Rakovski Uluslararası Sosyalist Merkezi, Avrupa’nın, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Ortadoğu’nun ve tüm dünyanın işçilerini ve ezilenlerini hem devlet baskısına ve polis şiddetine hem de Bonapartist bürokratik rejime, AB yanlısı neoliberal muhalefete ve AB/NATO müdahalesine karşı, Belarus halkıyla dayanışmaya çağırıyor.
Grev komiteleri ve halkın diğer öz örgütlenmeleri eylemlerini emperyalizm yanlısı “Koordinasyon”dan bağımsız bir şekilde örgütlemelidirler. Gerçek işçi Konseylerini (Sovyetlerini) kurmalıdırlar. Yalnızca bu Konseyler vasıtasıyla yapılacak özgür seçimlerle oluşturulan bir Ulusal Meclis, işçi sınıfının ve halk kitlelerin çıkarlarına uygun, sosyalizmi temel alan bir anayasa yapabilir.
Bürokratsız, oligarksız ve bağımsız bir Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurmak, 1991 felaketini bir Sovyet Yeniden Doğuşu ile geri çevirmek ve sosyalist bir Avrupa için ileri!
3 Eylül 2020
İmzacılar:
Hristo Rakovski Uluslararası Sosyalist Merkezi
ΕΕΚ (İşçilerin Devrimci Partisi, Yunanistan)
DİP (Devrimci İşçi Partisi, Türkiye)
MTL (Marksist İşçiler Birliği, Finlandiya)
ΡΠК (Rusya Komünistleri Partisi - Rusya Federasyonu)
ASU (“Sovyetler Birliği” Derneği - Rusya Federasyonu ve diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri)
ROR (Proleter Devrimci Yeniden Doğuş - Fransa)
Sardegna Rossa (Sardinya – İtalya Devleti)
Tamás Krausz (Eszmélet Marksist Dergi, Macaristan)