Koronavirüsün ve yakın geçmişteki benzerlerinin toplumsal koşullardan bağımsız olarak ortaya çıkıp çıkmadığının bilimsel olarak saptanması muhtemelen uzun bir zamana yayılacak. O zamana kadar, tersini iddia edemeyeceğimize göre, virüsün doğanın toplumsal koşullardan bağımsız süreçleri sonucunda ortaya çıktığını, yani bir doğa olayı olduğunu varsaymak zorundayız. Bu durumdan hareketle, bugün doğan felaketin kaçınılmaz olduğunu ileri süren sürene. Daha ileri gidip bunu Allah’ın insan toplumlarına düzen getirmek üzere müdahalesine bağlayan bile var.
Oysa biz bugün yaşanan dev ölçekli felaketin kapitalizmin suçu olduğunu ileri sürüyoruz. Neden? Çünkü bugün yeryüzünde kapitalizm yerine sosyalizm olsaydı, virüsün vereceği hasar çok daha sınırlı olurdu. Hatta belki de Çin’in dışına bile taşmadan kontrol altına alınmış olurdu. Taşsaydı bile yayılma oranı da, ölüm sayısı da çok daha düşük olurdu. Bu, kapitalizm ile sosyalizmin toplumsal işleyiş mekanizmalarının doğasından hareketle tartışmasız biçimde ileri sürülebilecek bir iddia.
Önce salgının Çin’in dışına taşıp en az 120 ülkede ortalığı kasıp kavuran bir pandemiye dönüşmesi meselesini ele alalım. Sosyalizm olsaydı, Çin ile diğer ülkeler arasında ekonomi, eğitim, seyahat ve benzeri alanlarda daha az ilişki olmayacaktı; tam tersine çok daha derinlemesine bir bütünleşme olacaktı. Peki, o zaman nasıl “belki de Çin’in dışına bile taşmadan” önlenme ihtimalindan söz ediyoruz. Çünkü sosyalizm koşullarında dünya bir kardeş uluslar topluluğu olarak yaşayacak. Bugün ulusal devletlerin bitmek bilmeyen rekabet ve çatışmalarının ardında her birinin uluslararası burjuvazinin bir ulusal bölüğünün aracı olması yatıyor. Bu da görünürdeki bütün uluslararası işbirliğine, Birleşmiş Milletler sisteminin ikiyüzlülüğüne rağmen her ulusun kendi bacağından asıldığı bir durum doğuruyor.
Sosyalizm koşulları altında Çin’de salgın başladığında, dünyanın bütün ulusları ve onları birleştiren ulusüstü örgütler, bu alandaki bilimsel becerilerinin, yetişmiş insan güçlerinin, maddi kaynaklarının bir bölümünü Koronavirüsün kontrol altına alınabilmesi için derhal Çin’e gönderirdi. Bunu hayali bir “aman Çinli kardeşlerime yardım edeyim” dürtüsüyle değil (sosyalizm ilerlediği ölçüde bu da hayali olmaktan çıkacaktır), her bakımdan bütünleşmiş bir dünyada kendi çıkarlarının başka herkesin çıkarıyla ortak olduğu bilinciyle yapardı. Yani virüs başka insan topluluklarını, bu arada bizi de mahvetmesin diye. Kapitalizm koşullarında ise, ulusal sermayelerin çıkarı dolayısıyla bütünleşme rekabet, hatta düşmanlık ile el ele yürür. Sonuç ortada: Bugün Amerika bir buçuk milyarlık Çin’in enfekte hasta sayısını, İtalya ise Çin’in ölü sayısını aştı! Parmağını bile kıpırdatmayan, zararlı çıktı. Kapitalizmin bütünleşmiş bir dünyada irrasyonel, zamanını doldurmuş bir sistem olduğundan başka neyi gösterir bu? Bu anlattığımızdan bir an bile kuşku duyan varsa, onlara Kübalı doktorların Avrupa’nın en zengin bölgelerinden Lombardiya’nın yardımına koştuğunu hatırlatırız!
Diyelim virüs sosyalizm koşullarında da Çin’de durdurulamadı. “Hatt-ı müdafaa”nın yerini “sath-ı müdafaa” aldı insanlık için. Bu sefer de sosyalizm planlı bir sistem olduğu için çok daha etkili bir savaş verirdi her ülkede. Çin’de salgının korkutucu boyutlara ulaşması ile Avrupa’da ve daha sonra Amerika’da görülmesi arasında yaklaşık bir buçuk ay var. Sosyalizm koşullarında yaşayan ülkeler bu bir buçuk ay boyunca planlı ekonomi sayesinde virüsle mücadelede kapitalist ülkelerden çok daha güçlü hale gelmiş olurdu. “Burjuva devletleri de bir salgın konusunda plan yapabilir” dendiğini duyuyor gibi oluyoruz. Yapsa ne yazar? Bizim plandan kastımız bakanlıkların bilgisayarlarındaki geveze “Bilim Kurulu” belgeleri değil ki! Biz plan denince bütün ekonominin böyle bir salgını karşılayacak biçimde yeniden düzenlenmesini kast ediyoruz. Planlama bir üretim ilişkisidir, “mücadele planı” adı verilen belgeler değil!
Bakın bugün sadece Türkiye’de değil Amerika gibi dünyanın en güçlü ekonomisine sahip bir ülkede bile test kiti kıtlığı günler boyunca hastalığın boyutlarının, coğrafi, sınıfsal vb. dağılımının gerçekçi olarak değerlendirilmesini engelledi. Hâlâ da son derecede yetersiz testler. Oysa Dünya Sağlık Örgütü başkanı ne dedi? “Gözünüz bağlıysa yangınla mücadele edemezsiniz. Onun gibi, kim hasta bilmeden salgınla mücadele edemezsiniz. Biz diyoruz ki: test, test, test!”
Sadece test de değil. Sağlık çalışanlarının korunması için malzeme. Hastalığın yayılmasına rağmen ölü sayısını azaltacak solunum cihazları. Bunların hepsi planlama ve fiilen üretim meselesi. Kapitalizmde neden olmaz? Çünkü sermaye kâr için vardır. Onu toplum sağlığı için harekete geçiremezsiniz. O kârına halel gelmemesi için işçileri tabur tabur fabrikalara doldurur, ölümle yüz yüze getirir! Toplumsal ihtiyaçların belirlediği önceliklere dayanan üretim ancak merkezi olarak planlanmış ekonomide olur.
Bu liste uzar gider. Son bir meseleden söz ederek bitirelim. Sosyalizm, eğitim, sağlık, konut gibi alanlarda bütün işçi ve emekçilerin vazgeçilmez ihtiyaçlarını mutlaka karşılar. 20. yüzyılın başarısız sosyalist inşa deneyimleri bile bu alanlarda asgariyi her zaman sağlamıştır. Sosyalizmde kimse işsiz, aç açıkta, sefil yaşamaz. Dolayısıyla halk sağlığı koşulları çok daha iyidir. Bu 20. yüzyıl sosyalist inşa deneyimleri için bile tartışılmazdır. Oysa kapitalizm sınıf mücadelesidir. Sermaye işçi sınıfından ürktüğünde bütün bu alanlarda taviz verir vermesine. Ama çıkarı gerektirdiğinde de sınıf mücadelesini en acımasız tarzda yükselterek bütün bu hizmetleri tırpanlar. İşte neoliberal taarruz! Sermaye bütün dünyada son kırk yıldır sağlık sistemini delik deşik etmiştir. Bunun için bugün İtalya’da, İspanya’da hastalar yerlerde yatıyor. Bunun için dünyanın en zengin kenti, Wall Street’in vatanı New York dünyanın salgın başkenti haline geliyor!
Hayatımızı kurtarmak istiyorsak ille sosyalizm!