Akdeniz: Dünya devriminin yeni havzası!

The Mediterranean: new basin of world revolution!

البحر الأبيض: الحوض الجديد للثورة العالمية

مدیترانه: حوزه جدید انقلاب جهانی

Il Mediterraneo: nuovo bacino della rivoluzione mondiale!

Μεσόγειος: Νέα λεκάνη της παγκόσμιας επανάστασης!

Derya Sıpî: Deşta nû a şoreşa cihânê

Միջերկրական ծով: նոր ավազանում համաշխարհային հեղափոխության.

El Mediterráneo: Nueva cuenca de la revolución mundial!

La Méditerranée: nouveau bassin la révolution mondiale!

Mediterrâneo: bacia nova da revolução mundial!

Devrimci yükseliş ve gerici iç savaş dinamikleri arasında Kazakistan

Kazakhstan between revolutionary upsurge and reactionary civil war dynamics

Eylemlerin başlangıcı: Proleter Batı

Kazakistan yeni yıla büyük kitle eylemleri ile başladı. 2 Ocak’ta başlayan eylemler ilk haftasını doldurmak üzereyken, birçok konuda hala net bilgiler edinmek mümkün değil. Yine de her geçen gün toz duman biraz daha dağılıyor, bazı hatlar ortaya çıkmaya başlıyor. Biz de bu şartlarda, Kazakistan siyasetinin inceliklerine vâkıf olma iddiamız olmaksızın, ilk gelişmelere ve olası gidişata dair izlenimlerimizi paylaşmayı anlamlı buluyoruz.

Eylemler 2 Ocak’ta, ülkenin sanayi proletaryasının, özel olarak da rafineri işçilerinin yoğunlaştığı Batı kısmında, Mangıstav eyaletinde (Kazakça Mangıstav Oblısı) bulunan Canaözen şehrinde başladı (bunun neden önemli olduğuna birazdan döneceğiz). Eylemlerin başlamasını sağlayan kıvılcım, bölgedeki akaryakıt fiyatlarının litre başına 60 tengeden 120 tengeye çıkması oldu. Bu zam, arabalarıyla işe gidip gelen işçileri doğrudan vuruyordu. Bu açıdan eylemlerin başlama noktasının, Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketiyle çok büyük benzerlikler taşıdığının altını çizelim. Fakat Mangıstav eyaletinin ekonomisi bizzat petrol üzerine, yani o akaryakıtın hammaddesinin üretimi üzerine kurulu olduğu için, bu zammın işçilerde haklı olarak daha da büyük bir öfkeye yol açtığı anlaşılıyor.

Eylemler 3 Ocak’ı 4’üne bağlayan gece, bölgenin can damarı denebilecek Tengiz (Türkçedeki “deniz” ile aynı kelime) petrol rafinerisinde fiilî vemeşru bir grev halini aldı. Ekonomik hayatı bu rafineri ve petrol sahası üzerine kurulu olan Canaözen ve Aktav (Türkçe’deki karşılığı Akdağ) şehirleri hızla eylemin merkez üssü haline geldi. Greve karşı yetkililerin ilk tutumu tavizsiz davranmak şeklindeydi. İlk yaptıkları açıklamalarda akaryakıt fiyatının serbest piyasada belirlendiğini, yapabilecekleri bir şey olmadığını belirtirken ukala biçimde “piyasa konuştu” demeyi de ihmal etmediler.

Piyasa konuşmuştu ama işçilerin de söyleyecek sözü vardı. 4 Ocak’ta grev yayılmaya başlayıp, eylemler de büyük şehirlere sıçrayınca Kazakistan burjuvazisi hemen geri adım attı. Zammı sadece geri almakla kalmadılar, 60 tenge olan eski seviyenin de altına, 50 tengeye çektiler. Demek ki işçi şalter indirince değiştirilemez denilen fiyatlar değişiyormuş, revize edilemez denilen maddeler revize ediliyormuş! Bununla da kalmadı, Kazakistan hükümeti 5 Ocak’ta Canaözen’deki gaz rafinerisinin sorumlusunun tutuklandığını duyurdu. Ama bu aşamada artık eylemler diğer şehirlere yayılmış, grevler ülke çapında bir isyana dönüşmeye başlamıştı.

Burada biraz duralım ve eylemin başlangıç noktasının Kazakistan siyasî coğrafyasında ne ifade ettiğine değinelim. Tengiz petrol havzasını biraz önce andık. Daha da genel olarak petrol ve doğal gaz üretimi, Mangıstav ve komşusu Atırav eyaletlerinin ekonomisinde çok büyük bir yer tutuyor ve denebilir ki bu bölgenin belirleyici gücünü bu sektörlerde çalışan işçiler oluşuyor. Rafinerilerin ve bölgenin işçi sınıfının büyüklüğünü anlamak için, kısa süre önce Atırav’daki Tengiz petrol rafinerisinin tek seferde kırk bin işçiyi işten çıkardığını hatırlamak dahi yeterli. Bu sebeple bölgede kayda değer bir sınıf mücadelesi geleneği de var. 2011 yılında, tam da mevcut eylemlerin başladığı Canaözen’de petrol işçileri greve gitmiş, sonrasında polisle yaşanan çatışmalarda en azından 14 işçi, sınıf mücadelesinde şehit düşmüştü. Hem mevcut durumu, hem de arka planını kısaca anarak Kazakistan’daki aktörlerin ilkini saptamış bulunuyoruz; proleter Batı.

 

Almatı ve Nur-Sultan eksenleri

İlk iki gün Batı Kazakistan merkezli olarak ilerleyen eylemler hızlıca başta Almatı olmak üzere büyük şehirlere sıçradı. Hem Nur-Sultan’da, hem Almatı’da hem de diğer şehirlerde halk haklı talepleriyle sokağa döküldü. Genciyle yaşlısıyla binlerce kişi eylemlere katıldı, özellikle iktidardaki Nur Otan Partisi’nin (aslında daha ziyade 11 partinin koalisyonu gibi işlediği anlaşılıyor) büroları halkın öfkesinin hedefi oldu. Fakat özellikle ülkenin en büyük şehri olan Almatı ile ülkenin başkenti olan Nur-Sultan (eski adıyla Astana) arasında eylemlerin gidişatı açısından büyük farklar görülüyor.

Almatı’da eylemler şaşırtıcı, hatta şüphe uyandırıcı bir hızla silahlandı. Daha 5 Ocak’ta dahi, Almatı’dan geldiği söylenen bazı görüntülerde askerlerin eylemciler tarafından tutuklanması basına yansımaya başlamıştı. Özellikle Batı basınından gelen bilgilere temkinli yaklaşmak gerekiyor. Yine de hem gelen görüntülerden hem de dolaşan bilgilerden, bir noktada Kazakistan yönetiminin şehrin kontrolünü kaybettiği ya da en azından kaybetmeye yakın olduğu izlenimini edinmemek mümkün değildi. Burada iyice kafa karıştırıcı olan, özellikle Rus basınında dolaşan ve eylemcilere arabalardan uzun namlulu silahların dağıtıldığını gösteren videolardı.

Ortada önemli bir bilgi kirliliğinin olduğu açık. Yine de Almatı’nın, özellikle ülkenin geri kalanındaki eylemlere kıyasla garip bir hızla silahlanmasını üzerinde durmaya değer buluyoruz.  Almatı’da böylesi bir kapasiteye sahip örgüt ya da örgütler olduğunu düşünmek için hiçbir sebep yok. Silahlanma hızı ise bunun teslim olan askerlerden elde edilebilecek seviyeyi çok aştığını düşündürüyor. Bu şartlarda, araçların arkasından dağıtılan kalaşnikof görüntüleri, Kazakistan devleti içerisindeki klikler arasında bir mücadeleyi, bir Kazak Süleyman Soylu’sunun olası rolünü akıllara getiriyor. Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için belirtelim, biz Almatı dahil olmak üzere eylemlerin başlamasının ya da yayılmasının basit bir komployla açıklanabileceği düşüncesinde değiliz. Fakat söz gelimi Suriye’de altı ay alan halk isyanının gerici iç savaşa dönüşmesi dinamiğinin özellikle Almatı’da çok daha hızlı yaşandığı ama bu yazının yazıldığı 8 Ocak itibariyle bu dinamiğin ölü doğmuş olabileceği izlenimindeyiz.Rusya’nın yakın müttefiki olan Kazakistan’ın olası bir iç savaş ihtimaliyle karşılaşmasını başta ABD olmak üzere emperyalistlerin dikkatle, ve belki de bölgedeki etki alanlarını arttırmak için fırsat kollayarak izlediğini tahmin etmek güç değil. Fakat yaşananlarda emperyalizmin doğrudan rolü olduğuna işaret eden bir veriye sahip değiliz. Şu aşamada Almatı’daki gelişmelerin izlediği seyri belirleyenin Kazakistan içerisindeki kliklerden birinin manevrası olması çok daha olası gözüküyor. Kazakistan Güvenlik Konseyi Başkanı ve eski Başbakan Kerim Mesimov’un 8 Ocak’ta “devlete ihanet” suçlamasıyla gözaltına alınması da bu izlenimimizi pekiştiriyor. Şayet bu dinamik ilerler ve iki gerici klik arasında tam manasıyla bir iç savaş ortaya çıkarsa, emperyalizmin buna taraflardan biri, muhtemelen de kaderini Rusya’ya bağlamış gözüken Tokayev karşısında Almatı merkezli güçler üzerinden müdahil olmasını beklemek gerekir.

Ülkenin başkenti Nur-Sultan’da ise durum çok farklı. Eylemler Nur-Sultan’a da sıçramış olsa da, devlet güçleri burada başından itibaren kontrolü yitirmemiş gözüküyor. Devlet kaynakları “teröristlerin” şehirdeki bazı saldırılarından bahsediyor, dahası iktidardaki Nur Otan Partisi’nin  bürosunun yakıldığı görüntüler de internette geziniyor. Fakat silahlanıp şehrin belli bölgelerini fiilî olarak kontrol altına alabilecek seviyede bir güç Almatı’nın aksine Nur-Sultan’da ortaya çıkmadı. Eğer hükümetin açıklamaları doğruysa ve gerçekten bir nevi gerilla metotlarıyla yapılan silahlı saldırılar Nur-Sultan’da başladıysa, bu bizim klikler üzerinden gelişen Suriye dinamiği saptamamızı doğrulayacaktır.

Bir yandan bu farklılığın sebepleri arasında sayılabilecek belli başlı unsurlara sahibiz. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana, Kazakistan içerisindeki temel gerilim hattı başkent Nur-Sultan’ın yer aldığı kuzey ile en büyük şehir Almatı’nın yer aldığı Güney arasındadır. Etnik Rus nüfusun çok büyük bir azınlık teşkil ettiği, hatta bazı bölgelerde çoğunluk olduğu Kuzey’den farklı olarak Güney Kazakistan’da etnik Kazak nüfus ezici çoğunluğu oluşturur (bunun istisnası büyük bir metropol olması sebebiyle Almatı şehridir, ama Almatı’yı çevreleyen Güney Kazakistan için bu saptama geçerliliğini korur). Nitekim, 1994’te ülkenin başkentinin Almatı’dan Kuzey’deki (şimdiki adıyla) Nur-Sultan’a taşınması, Rus ağırlıklı Kuzey’de ortaya çıkabilecek ayrılıkçı eğilimleri önlemek için atılmış bir adımdı. Buna rağmen, etnik Rus nüfusun eylemlere uzak durduğu anlaşılsa da, biz Rus-Kazak geriliminden bahsetmenin gerekli olabileceğini düşündüren hiçbir şey göremedik. Çok daha olası gözüken, bu farklılığın daha ziyade şehir içerisindeki kolluk kuvvetlerini ve belki mafyayı farklı kliklerin kontrol etmesinden kaynaklanması. Burada, daha önceden Kırgızistan’da görüldüğü üzere aşiretler ve klanlar arasındaki bölünmelerin de bir rol oynuyor olması mümkün. Bu da bize, proleter Batı’dan sonra diğer iki büyük ekseni veriyor; Kasım Cömert Tokayev’in yönettiği Nur-Sultan merkezî hükümeti ve Almatı merkezli olarak güneyde henüz şekillenme aşamasında olan klik veya klikler.

 

Rusya, KGAÖ, Emperyalizm

Eylemlerin tüm ülkeye yayılıp kitleselleşmeye başladığı 5 Ocak’ta Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev istifa etmediğini ve Kazakistan’da kalacağını açıkladı. Bunun yanı sıra bakanlar kurulunu görevden aldı ve en önemlisi, Rusya’nın başını çektiği Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü (KGAÖ) Kazakistan’daki terörist saldırılara karşı ülkesine çağırdı. KGAÖ kısmına döneceğiz, fakat açıklamanın çok üzerinde durulmayan bir başka kısmının da altını çizmek isteriz. Önce bağlamı verelim. Ülkeyi uzun yıllar yöneten Nursultan Nazarbayev 2019’da cumhurbaşkanlığı dahil görevlerinden istifa etmişti. Bu pozisyonu devralan Tokayev’in görevinin büyük oranda sembolik olduğu, aslında ülkenin fiilî yönetiminin Nazarbayev’in elinde olduğu sıkça belirtilmekteydi.  Biz 5 Ocak’ta Tokayev’in hamlelerinin arkasında yatan sebepler arasında Nazarbayev’in etkisini kırma ve özellikle Rusya nezdinde güvenilir ortak olarak kendi pozisyonunu sağlamlaştırma çabasının önemli bir yer tuttuğu kanaatindeyiz.

Nitekim, 5 Ocak’ta Tokayev bu açıklamayı yaparken, Nazarbayev’in ve ailesinin ülkeyi terk ettiği söylentileri gezinmeye başlamıştı. Tokayev’in açıklamayı yaptığı 5 Ocak’tan 8 Ocak’a kadar, başta Rus medyasında olmak üzere Nazarbayev’in Bişkek’e, Moskova’ya ya da Abu Dabi’ye kaçtığına dair birçok haber gezindi. Nazarbayev ise ayın 8’ine kadar suskunluğunu korudu. Bu şartlarda Tokayev’in hem ülkede kaldığını ve iktidarı elinde tuttuğunu vurgulayarak, hem de Rusya’ya göz kırparak ülke içerisindeki gücünü pekiştirmeyi hedefliyor olması çok olası.

Bu durum gerçekten Tokayev ile Nazarbayev arasında bir mücadeleye evrilirse, bunun Türkiye’de istibdat cephesinde nasıl karşılık bulacağını da dikkatle takip etmek gerekecek. İstibdat cephesi genel olarak eylemlere karşı Kazakistan hükümetine destek bildirdi. Fakat Erdoğan’ın bizzat Tokayev’i arayıp dayanışma mesajını ilettiği açıklanırken, sosyal medyada MHP’ye yakın hesaplar hem açıklamasını Rusça yaptığı için Tokayev’e saldıran hem de Nazarbayev’in Türk büyüğü olduğunu vurgulayan bir kampanya yürüttü. Henüz somutlaşmamış olsa da bu çatışma dinamiğini yakından takip etmek gerekiyor.

Tokayev’in Kazakistan’a asker gönderme çağrısını 6 Ocak sabahı olumlu yanıtlayan Rusya ve KGAÖ ülkeye askerî birlik sevk etmeye başladı. (KGAÖ, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından 1992’de kurulan, bugün içinde altı eski Sovyet cumhuriyetinin, Rusya’nın dışında Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacıkistan’ın yer aldığı, ortak bir güvenlik örgütü. Bu, KGAÖ’nün bu tarz ilk operasyonu.) Elimizdeki bilgiler sınırlı olmakla birlikte KGAÖ içerisinde de Kazakistan konusuna yaklaşımda belli farklılıklar ve gerilimler olduğunu düşündüren unsurlar mevcut. Eylemlerin başlangıcında Rusya’dan gelen çok ılımlı ve bu Kazakistan’ın iç işidir minvalindeki açıklamaya karşın Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenka 6 Ocak’taki açıklamasında çok daha sert bir tonda konuşarak Kazakistan’ı NATO’ya kaptıramayacaklarını söyledi. 7 Ocak’ta Lukaşenka’nın bizzat Nursultan Nazarbayev ile görüştüğünün açıklanması ve hemen ertesi gün Nazarbayev’in Nur-Sultan şehrinde olduğunun duyurulması, yani Nazarbayev’in yaklaşık bir hafta sonra ortaya çıkması Belarus’un KGAÖ içerisindeki şahin kanadı temsil ettiğini ve belki bunun Kazakistan içerisindeki mücadelelerde de bir izdüşümü olduğunu düşündürüyor. Fakat Rusya ile Belarus arasındaki farkın ne seviyede olduğu ve bunun Kazakistan içerisindeki mücadeleye ne şekilde yansıyabileceğini kestirebilecek kadar veriye henüz sahip değiliz.

ABD emperyalizminin, Kazakistan gibi Rusya için büyük stratejik önem taşıyan bir ülkedeki gelişmeleri fırsat kollayarak izlediğini tahmin edebiliriz. Kazakistan, ünlü Baykonur uzay üssü dahil olmak üzere, birçok Rus askerî ve lojistik tesisine ev sahipliği yapıyor. Nazarbayev döneminde Kazakistan Rusya ile ilişkilerini bozmadan ABD ile bir yakınlaşma sürecine girmiş, bu Nazarbayev sonrasında Trump-Tokayev görüşmeleri ile devam etmişti. Şimdi karşılaştığı krize cevap olarak KGAÖ’yü ülkesine davet eden Tokayev kaderini Rusya’ya bağlamış oldu. Bu durumda emperyalizmin, olası bir iç savaşta Tokayev karşısında beraber hareket edebileceği bir güç araması ya da düzenin tekrar tesisi durumunda Tokayev ile ilişkilerini ilerletmek için fırsat kollaması beklenebilir. Öte yandan Kazakistan’ın olası bir iç savaşa sürüklenmesi durumunda, bunu Rusya'nın Ukrayna ve Suriye sonrasında gömüleceği üçüncü bir cephe açmak için kullanmak emperyalizm açısından ülkedeki ekonomik çıkarlarını korumaktan daha avantajlı hale gelebilir.Bunu her an göz önünde tutmak gerekse de şu aşamada emperyalizmin sahadaki aktörlerden birini doğrudan kontrol ettiğini gösteren herhangi bir işaret olmadığını belirtmek gerekir.

 

Mevcut durum ve olasılıklar

Özellikle 7 Ocak’la birlikte ülke içindeki güç dengesi merkezî hükümet lehine dönmüş görünüyor. Bunda KGAÖ’nün Kazakistan’a asker göndermeyi kabul etmesinin rolü, askerî olmasa da siyasî açıdan çok büyük. KGAÖ güçleri Kazakistan’a ulaşmış olsa da şu aşamada bu güçlerin henüz askerî mücadelelerde yer almadıkları anlaşılıyor. Fakat Tokayev’in, Rusya’nın askeri desteğini hızla arkasına alarak, devlet ve ordu içinde yalpalamaya hazır unsurlar üzerindeki kontrolünü pekiştirmiş olması çok mümkün. 5 Ocak’ta basına yansıyan ve bazı askerî birliklerin eylemcilerin tarafına geçtiğini gösteren görüntülerin, 6 Ocak’ta KGAÖ müdahalesi başladıktan sonra, en azından bizim görebildiğimiz kadarıyla tekrarlanmadığını belirtelim. Yani Tokayev’in çok kısa sürede KGAÖ’nün desteğini arkasına alması, Kazakistan ordusunun içerisindeki bir hizipler savaşını daha başlamadan bitirmiş olabilir.

Nitekim Kazakistan ordusunun gerçekleştirdiği operasyonlar sonrası Tokayev 7 Ocak’ta yaptığı açıklamada ülke çapında düzenin büyük oranda sağlandığını belirtti. Bunun yanı sıra, düzenin sağlandığını gösterecek bir dizi sembolik adım attı. Bu açıklamalara göre, 10 Ocak’ta operasyonlarda ölenler için ulusal yas ilan edilecek, 11 Ocak’ta ise Tokayev yeni Başbakanı atayacak. Yani Tokayev’e göre, şu anda azalmakla beraber devam eden çatışmalar hafta başı itibariyle tamamen sonra erecek, yas ve geride bırakma süreci başlayacak, 11’inden itibaren ise yeni hükümetle yeni dönem başlayacak.

Gelen haberler Tokayev’in planlarını gerçekleştirmesinin çok olası olduğunu, çatışmaların merkezi haline gelen Almatı dahil olmak üzere tüm ülkede Kazakistan ordusunun kontrolü sağlamakta olduğunu düşündürüyor. Fakat yine de, hem devlet içindeki kliklerin yapacağı manevraları kestirmenin güç olması hem de emperyalizmin henüz sahada değilse bile tetikte beklemesi, gidişatın değişmesi ve Suriye-vâri bir iç savaşın doğması ihtimalini tamamen göz ardı edemeyeceğimizi gösteriyor.

Bu açmazı dağıtabilecek tek güç, Batı Kazakistan’da yoğunlaşan ve eylem dalgasını başlatan işçi sınıfı. Fakat ne yazık ki Kazakistan işçi sınıfı bu kritik dönemece sahip olabileceği en büyük silahtan, yani bağımsız bir örgütten yoksun giriyor. Oysa Kuzey’deki merkezî hükümet çok güçlü bir örgüte, yani devlet aygıtına Güney’deki güçler ise muhtemelen mafya destekli bir yapıya dayanıyor. 2015’te Kazakistan Komünist Partisi’nin de yasaklandığı ülkede, petrol ve doğalgaz havzalarında örgütlü bir işçi sınıfı partisinin ya da sendikanın yokluğu, proleter Batı’nın, Kuzey ve Güney gerici klikleri arasındaki olası bir gerici iç savaş denklemini bozma şansını elinden alıyor. En azından şu aşamada, söz gelimi Sudan Devrimi’nin içinden doğan direniş komitelerine benzer bir gücün ortaya çıkmaması da bu izlenimi pekiştiriyor. Kazakistan’ın içine düştüğü açmaz, bize işçi sınıfının kendi bağımsız örgütüne ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duyduğunu bir kez daha hatırlatmalı.