İran yeniden gösteri ve grevlerle canlanmış bulunuyor. Tabii İran İslam Cumhuriyeti devletinin tepkisi her zamanki gibi şiddet dolu. Ama kitleler İran’ın bütün halklarını birleşmeye çağıran sloganlar atmaya bile başladılar. Olayları İranlı bir yoldaşımızın kaleminden aktarıyoruz.
Iran İslam devrimi sonrasında sanayileşme sürecinde su politikası önemli bir yer tutar. Örneğin eski Cumhurbaşkanı Haşemi ‘inşaat komutanı’ lakabını aldığı dönemde neredeyse her ay yeni bir baraj projesine imza atıyor, ülkenin çorak bölgelerine sulak kısımlardan su taşıma projelerinden bahsediyordu. Benzer biçimde, bir başka eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad döneminde o ana kadarki en büyük baraj projesi hayata geçirilmişti. Bu proje nüfusun çoğunluğunun Arap olduğu, ülkenin Irak ile sınır mıntıkasında yer alan Huzistan bölgesinden İran’ın merkezine su taşıma ve aynı zamanda elektrik üretmek için hayata geçirilmişti. Çevre uzmanlarının uyarılarına rağmen, bu baraj büyük bir tuz madeninin yanında yapılmıştı. Kısa süre sonra 250 milyon ton tuz barajın suyuna karışmış, Karun nehrini zehirleyerek büyük bir ekolojik felakete sebep olmuştu. Huzistan bölgesinde tarımsal faaliyet hemen hemen imkânsız hale gelmiş, dönüm dönüm hurmalık yanarak çoraklaşmıştı. 63 köy su altında kalmış, 12 bin kişi yurdunu terk etmek zorunda kalmıştı. Diğer yandan tuzun etkisinden ötürü elektrik üretimi dahi yapılamamıştı. Bu felaket Huzistan bölgesine yapılan ilk ve tek haksızlık değildi. İran’ın petrol damarı Huzistan, 1980-1988 İran-Irak savaşının da merkeziydi ve yatırımlardan tamamen mahrum biçimde kendi haline bırakılarak, tüm önceliği Tahran ve İsfahan gibi merkez şehirlerde sanayileşmeye veren siyasetin kahrına çoktan uğramıştı.
Doğal afetler, savaş, merkez bölgelere kaynak aktarım politikalarından daha eksik yanı olmayan özelleştirme politikaları birer kırbaç gibi bu bölge halkının sırtına inmişti. Geçen seneler Haft Tapeh işçilerinin özelleştirmeye karşı verdikleri mücadele, bu sene petrol sanayii grevlerinin hızla yayılması bu halkın öfkesinin, mücadele ruhunun ve kaybedecek hiçbir şeylerinin olmamasının göstergesidir. Huzistan, 2019 Kasım’daki çok büyük halk isyanının merkezlerinden birisi olmuştu. Dağınık köylü isyanları haberlere çıkmadan bastırılsa da aslında hiç dinmemiştir.
Bir zamanlar ülkenin en büyük nehirlerinin aktığı, yeşil ve sulak olan Huzistan’ın bine yakın köyü bugün mutlak susuzlukla boğuşuyor ve ülkenin en çok dış göç veren ili olmuştur. İşsizlik oranı İran meclis açıklamasına göre %25’i bulmuştur ve işsizliğin en yüksek olduğu ikinci ildir.
2019 Kasım olaylarında Huzistan çok sayıda ölü ile ayaklanmaların sert biçimde bastırıldığı bölgeydi. Korona felaketi, yüksek hava sıcaklığı, susuzluktan telef olan binlerce hayvan, bölgenin ekolojik olarak yıkıma uğraması, yoksulluk ve etnik olarak ayrımcılığa uğramanın üstüne gelince halk tekrar ayağa kalktı. Kasım ayaklanmaları nasıl hızla bütün bölgelere yayıldıysa, çok sürmeden Huzistan halkının ayaklanmasına destek olan gösteriler yapılmaya başladı. Devlet ayaklanmaların yayılmasını önlemek için susuzluğa karşı isyan edenlerin cevabını kan dökerek verdi. Sosyal medyada yayınlanan videolarda polis köylere zırhlı araçlarla girip adeta halka savaş açıyor. Resmi haberlere göre 10’a yakın ölü ve 100’lerce tutuklu olduğu söyleniyor. Ülke genelinde internet ağını kesen devlet, Tebriz’de, Meşhed ve Tahran'da ‘Arap, Fars, Türk, İttihat İttihat’ sloganına karşı gelemiyor.
İslam cumhuriyetinin, ister zırhlı araçlarla, ister kurşunla, yardım vakıflarıyla, devlete iliştirilmiş oyuncu ve sözde sanatçıların manipülasyonuyla (bölgeye maden suyu almak için kampanyalar başlatıp, felaketi bir şişe maden suyuna indirgemeye çalışan bu sözde sanatçılar bölge halkı tarafından reddedilip su şişesi taşıyan kamyonetleri halk tarafından şehre sokulmamıştır) isyanları bastırmaya çalışsın, Huzistan İran’ın bir çok diğer bölgesi gibi her an patlamaya hazır bir halk isyanı volkanı gibidir.
Bugün, ne yazık ki, İslam Cumhuriyeti’nin en büyük örgütlü muhalifi olarak Şahçıların, Huzistan meselesinde vurguladıkları ‘İranlı’ polis değil, ‘Iraklı’ polisler halka ateş açıyor demeleri, çok milliyetli olan bu ülkede Arab’ı, Türk’ü, Kürd’ü, Beluçi’yi Fars’la karşı karşıya getirdiklerini ve adeta bir iç savaşın tohumlarını serptiklerini görünce, sosyalistlerin, dünya devrimi hizmetinde örgütlenmesinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha iliklerimize kadar hissediyoruz. Kuraklık, sel, deprem, salgın bütün bu felaketler kapitalizmin ürünüdür ve çözümü halk ayaklanmalarıyla zafere uğrayan halk devrimleridir.