Tunus yeniden yanmaya başladı. Ülkede bir haftadır Siliana, Kaserin, Sfaks, Sus, Bizerte, Ğafsa, Manastır gibi taşra kentlerinde, ama aynı zamanda başkent Tunus’un Ariana gibi varoş bölgelerinde, çoğunluğunun yaşı 12 ila 18 arasında değişen gençler hatta çocuklar, hükümetin ilan etmiş olduğu gece sokağa çıkma yasağına meydan okuyarak sokakları dolduruyor, kendilerine gazla, suyla, copla, tankla saldıran kolluk kuvvetlerine taşla, Molotofla, lastik ve çöp bidonu yakarak cevap veriyor, süpermarketleri yağmalıyor, kamu binalarını tahrip ediyor, öfkelerini, deyim tam yerindedir, kusuyorlar. Burjuva Tunus şaşkın, çaresiz, köşeye sıkışmış bakıyor. Hepsi olan bitenin arkasında ne yattığının farkında: % 30 işsizlik, yoksulluk, gelir bölüşümünde dev adaletsizlik; Koronavirüs salgınının Üçüncü Büyük Depresyon’un yıkıcı etkilerine eklenmesiyle ekonominin 2020’de yüzde 9 oranında daralması; tamtakır, kuru bakır bir hazine, borç çukurunda debelenen bir mali yapı, Tunus dinarının önlenemeyen düşüşü. Ve bütün bunları eli kolu bağlı seyrederken bir yandan yolsuzluğa batmış, bir yandan da uluslararası güçlerin oyuncağı haline gelmiş bir siyasi partiler sistemi.
2011’den bu yana Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesini hallaç pamuğu gibi atan Arap devrimi, Tunus’ta başlamıştı. 2010 Aralık ortalarında ülkenin yoksul iç bölgelerinde, seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin belediye zabıtasının zulmü karşısında kendini yakmasıyla başlayan sefiller hareketi, neredeyse tıpa tıp aynı karakterdeydi. İlişki muhtemelen dolaysızdır: devrimin ateşini yakanlar, bugünün işçi mahallelerini ateşe veren gençlerinin ağabeylerinden oluşuyordu! Bu hareket kısa süre içinde, ülkenin tek büyük işçi konfederasyonu UGTT’nin aktarma kayışı rolü oynamasıyla başta başkent Tunus olmak üzere ekonomik durumu esas olarak turizm sayesinde iç bölgelere göre biraz daha az kötü olan kıyı kentlerine sıçrıyor, 23 yıllık diktatör Zeynel bin Ali’nin 14 Temmuz’da ülkeden kaçmasıyla ilk siyasi zaferini elde ediyordu. Tunus devrimi bütün Arap dünyasında bir büyük devrim dalgasını tetikleyecekti. Ama kendisi, siyasi demokrasi bakımından diğer ülkelerdeki devrimlere göre daha başarılı olurken devrimin esas harekete geçirici gücünü oluşturan sınıfsal ekonomik sorunları çözmek bir yana daha da derinleştirerek ülkeyi bugünkü isyana geri getirecekti.
Arap devrimini yok sayanlara, “emperyalizmin dizaynı” ilan edenlere inat, Tunus yoksulları ve gençleri neredeyse her 14 Ocak yıldönümünde ülkeyi eylemlerle sarsacaktı. Ama 10. yılda çok daha derin bir depreme yol açıyor yeryüzünün lanetlileri. Bu gençlerin isyanını şunun ya da bunun oyunudur bahanesiyle görmek bile istemeyen, onlar her gece isyana çıkarken başka tarafa bakan gözler, devrimlerin bütün tarihte karmaşık dinamiklerin ürünü olduğunu anlayamamış, parlamenter budalalığa ya da akıl dışı komplo teorilerine tutsak, ufku küçük burjuva gençlikle ve “aydınlanma devrimi” ile sınırlı tatlısu sosyalistlerinin gözleridir.
Bunlar, bu yeni isyanı da “siyasal İslam’ın dizaynı” diye karşılayacaktır. Çünkü tablo bütün devrimlerde ve halk isyanlarında olduğu gibi yine son derece karmaşıktır. Çünkü Tunus son yıllarda bir yandan da bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesini boydan boya kesen çelişkilerin içinde uluslararası güçlerin de av alanı haline gelmiştir.
Lanetli komşuluk: Libya’nın Tunus’a etkileri
Tunus, bugün Arap devriminin lanetli ürünü Libya iç savaşının sonuçlarını iç politikasında en sarsıcı biçimde yaşayan ülke olarak öne çıkıyor. Kimileri Libya’da 2011’de patlak veren ve Muammer Kaddafi’nin devrilmesi ve öldürülmesiyle sonuçlanan ilk iç savaşı hâlâ “devrim” olarak anmayı sürdüredursun, Devrimci İşçi Partisi Libya’daki kargaşayı “Arap devriminin bağrına sokulmuş bir hançer” olarak gördü. Hatırlanacağı gibi, Tunus devriminin 14 Ocak 2011’deki zaferinden sadece on gün kadar sonra 25 Ocak’ta Mısır devrimi patlak verdi. Bu devrim de 11 Şubat’ta 30 yıllık despot Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle ilk zaferini elde edecekti. Bundan sadece bir hafta sonra, 17 Şubat’ta Libya’da Kaddafi’ye karşı bir isyan başladı. Ezbere konuşan başkaları buna da “devrim” adını taktılar. DİP ilk günden bunu bir bölgeler ve aşiretler iç savaşı olarak niteledi. Kuzey Afrika haritasına bakan, bu iç savaşın neden “Arap devriminin bağrına sokulmuş bir hançer”e dönüştüğünü derhal anlayacaktır. Libya, iki muzaffer politik devrimin yaşandığı iki ülkenin (Tunus ve Mısır) tam ortasındadır! Kimileri Arap düşmanlıklarını ve fobilerini “emperyalizmin dizaynı” teorileriyle taçlandıradursunlar, emperyalistler bu paha biçilmez fırsatın derhal üzerine atlayarak Libya’daki aşiretler isyanını desteklemeye başladılar ve Kaddafi’yi Fransız-İtalyan işbirliğinin öncülüğünde emperyalist güçlerin uçaklarının ve onların kara gücü olarak hareket eden gerici aşiretlerin savaşıyla devirerek Tunus ve Mısır devrimlerinin sosyalizme doğru ilerlemesine karşı bir üs haline getirdiler, daha doğrusu getirmeye çalıştılar.
Libya o günden bu yana iflah olmadı. İç savaş devamlı yüz değiştirerek devam etti. Son yüzünü Türkiye’nin işçileri emekçileri iyi tanıyor, çünkü Tayyip Erdoğan ve yarı-askeri hükümeti ülkemizi de boylu boyuna bu savaşın içine sokmuş durumda. Bilindiği gibi, günümüzde AKP hükümeti, emperyalizmin bazı kanatlarının (İngiltere, İtalya ve ABD) örtülü desteğiyle Müslüman Kardeşler diye anılan İhvan’a yakın Feyyaz Sarraç hükümetini desteklerken bir yandan Rusya, bir yandan Fransa, bir yandan da Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri General Halife Hafter’in başında olduğu güçleri destekliyor. (Uluslararası koalisyonlar da, Sarraç hükümetinin ilişkileri de aslında daha karmaşık ve her an değişebiliyor, biz sadece ana hatları yazıyoruz.) İşte bu iç savaş Libya’nın Batı komşusu Tunus’un politik atmosferini zehirliyor.
Tunus, Libya ile ekonomik olarak çok yakın ilişkilere sahip olagelmiş. Doğu komşusunun olağanüstü petrol zenginliği Tunus kapitalistleri için cazip bir dizi ekonomik olanak yaratıyor. Ticari işlemlerde Libya Tunus’un en yüksek alışverişe sahip olduğu ülke, ihracatı için de en önemli pazar. Libya’nın petrol zenginliğinden köşeyi dönen üst sınıfları Tunus’la yoğun turistik ve başka ilişkilere sahip. Dünya Bankası 2011-2015 arasında Tunus’un ekonomik büyümesinin dörtte birinin Libya ile ekonomik ilişkilerinden kaynaklandığını hesaplamış. (Dikkat edilirse, bu, Libya iç savaşı başladıktan sonraki zaman dilimi. Yani iç savaş Libya’nın Tunus ekonomisi için önemini azaltmıyor, hatta biraz da onun sayesinde arttırıyor. Burada Türkiye’nin Özal döneminde, yani 1980’li yıllarda İran-Irak savaşı sayesinde bu ülkelere ihracatını çok büyük bir hızla arttırmış olduğunu hatırlamak, durumu anlamak için yararlı olabilir.) Ayrıca, tüm bu ilişkilere ek olarak Tunus Libya iç savaşında ateşkes ve siyasi çözüm müzakerelerinin ev sahipliğini yapıyor. Tabii ki ABD’nin koordinatörlüğünde…
Sadece Tunus’un hâkim sınıfları (ihracatçılar, bankalar vb.) değil Libya ile içli dışlı olanlar. Tunus gençliği, devrim işsiz, yoksul ve aç yaşamalarına çare olmayınca çözümü yine göçmen işçi olarak Fransa ve İtalya’ya kaçmakta arıyor. Libya, Avrupa’ya (İtalya yoluyla) kaçak göçmen işçi trafiğinin merkezî kanalı. Ta Sudan’dan ve kara Afrika’nın genelinden gelenler var ama Tunuslu gençler yine de birinci sırayı elde tutuyor.
Nihayet, Kuzey Afrika’da ve doğuda Somali’den batıda Mali’ye kadar kara Afrika’nın kuzeyindeki ülkelerde çok faal olan El Kaide ya da DAİŞ (İslam Devleti) gibi örgütler Libya’daki faaliyetleri dolayısıyla Tunus’u hem bir geçiş kapısı olarak kullanıyor hem de ülkede yer yer sarsıcı eylemler yapıyor. Tabii, bu örgütler, Avrupa’ya kaçışın zorluklarından bunalan göçmen işçi adaylarını da örgütlenecek bir havuz olarak görüyor. Tunus devleti, bütün bunlardan dolayı, Libya-Tunus sınır hattının korunması bakımından ABD ile yakın işbirliği içerisinde.
İşte bütün bu coğrafi, askeri, ekonomik vb. ilişkiler dolayısıyla Libya iç savaşının siyasi cephelerinden biri Tunus’ta. Burada en önemli faktör Tayyip Erdoğan’ın Arap dünyasındaki en yakın müttefiklerinden biri olan İhvan yönelişli Ennahda partisi. Ennahda, Tunus devriminin ardından çok güçlenmiş, ülkenin birinci partisi haline gelmişti. Ancak Mısır’da İhvan’ın kaderi Ennahda’nın (Avrupa’nın yumuşatıcı arabuluculuğunun da etkisiyle) planlı biçimde kendini geri çekmesine yol açtı. Ülke bir süre boyunca laiklik (ve elbette emperyalizm!) yanlısı Nida Tunus (Tunus’un Sesi) Partisinin başkanı, Tunus hâkim sınıflarının eski mutemet adamı yaşlı Beci Kaid es Sebsi tarafından yönetildi. Onun ölümünden sonra da Ennahda yeniden iktidara geçemedi. 2019 sonunda yapılan seçimde başa gelen yeni cumhurbaşkanı bağımsız Kais Said her ne kadar “muhafazakâr” olsa da Ennahda’dan uzak durdu.
Bugün ülkede Kais Said’in etrafında toplanmış ve hükümette koalisyon ortağı olarak bulunan partiler ile Ennahda’nın çevresinde oluşturulmuş olan “Kerama (Onur) İttifakı”nın arasında ciddi bir mücadele sürüyor. Ennahda’nın tarihî önderi, Erdoğan’ın yakın müttefiki Raşid Ğannuşi meclis başkanı. Ennahda ülkenin hâlâ birinci partisi olmakla birlikte meclisteki 219 sandalyeden sadece 59’una sahip. Ülkenin politik hayatı inanılmaz derecede parçalanmış durumda. 220’den fazla siyasi oluşumdan söz ediliyor!
Cumhurbaşkanı Kais Said ile Meclis Başkanı Raşid Ğannuşi arasındaki en önemli çelişki anlaşıldığı kadarıyla dış politikada, Libya konusunda. Kais Said 2019 Ekim ayında seçildikten sonra Tayyip Erdoğan Aralık ayında Tunus’u ziyaret ederek yeni cumhurbaşkanını Libya konusunda yanına çekmeye çalıştı. Ama yukarıda belirtildiği gibi, Kais Said Ennahda’dan uzak durarak aslında aynı zamanda Erdoğan’ın da desteklediği “İhvan Enternasyonali”nden uzak duracağını da ortaya koymuş oldu.
Bugün Ğannuşi Libya’da Sarraç hükümetine destek verirken hükümet bu konuda Ğannuşi’nin bu açık tavrına karşı büyük bir öfke ile hücum ediyor. Küçük bir laiklik yanlısı parti, Burgibacı (Tunus ölçüleriyle “Kemalist” karşılığı olur) Hür Destur Partisi başkanı Abir Mussi, Meclis Başkanı Ğannuşi’ye karşı savaş açmış durumda ve epeyce başarı kazanıyor.
Hükümet kanadı ve laik kamp Ğannuşi ve Ennahda’ya karşı mücadele ediyor, Ğannuşi ve Ennahda da hükümetin ve Kais Said’in altını oymaya çalışıyor. İşte bu yüzden Tunus’taki gençlerin isyanını burjuvazinin bir bölümü Ennahda’nın kışkırtmalarının ürünü olarak gösteriyor. Hareketin örgütlü olduğunu, kamyonların gece gençlere lastik taşıdığını (sokağa çıkma yasağında gençlerin nasıl sokağa çıkabileceği açık da bu kamyonların nasıl hareket edebildiği bir muamma), kısacası hareketin aslında “Ennahda dizaynı” olduğunu ileri sürüyor.
“Emperyalizmin dizaynı”ndan “Ennahda dizaynı”na, bir daire kapanıyor!
Kimse bu terimi (“Ennahda dizaynı”) kullanmıyor. Ama içerik bu. Burada “emperyalizmin dizaynı” teorisyenlerinin ne kadar ağır bir tekziple karşı karşıya kaldığı ortada. Bu teşhise sığınarak Arap devriminden uzak duranlar, bugün emperyalizmin desteklediğini iddia ettikleri gücün (İhvan hareketinin) aslında emperyalizmin gözünde hiç de makbul olmadığını görüyorlar.
Ama esas sorun burada değil. Esas sorun büyük sınıf mücadelelerine sadece uluslararası komplolar açısından bakanların hiçbir zaman devrim yolunda yürünecek yolu keşfedemeyeceği. Bugün Ennahda Tunus’un lanetli gençlerini destekliyor olsa bile, bu yüzden onlardan uzak durmak, o yoksul gençleri Ğannuşi’nin, haydi daha açık söyleyelim, Erdoğan’ın son dönemde üzerinde ciddi bir etki gösterdiği “İhvan Enternasyonali”nin kontrolüne bırakmak demektir. Potansiyel bir devrimci hareketi, İslamcı hareketin dar ve gerici amaçlarına terk etmek demektir.
Tunus devrimi kendi heyulasını yeniden üretti. Ülkedeki sosyalist sol buna yanıt verecek kapasiteden çok uzak olduğu için bu hareket muhtemelen sönümlenecek. Bu eylemin belleğini militan olarak taşıyacak olanlar muhtemelen İhvan’a bile değil, El Kaide’ye veya DAİŞ’e yazılacak.
Tunus, bir Somali olmaya doğru ilerliyor. 220 parti sadece legal olarak tescil edilmiş olanlar. Bunlar çare olamayınca, sosyalistler ise parlamenter oyunlarla oyalanınca, “dünyanın lanetlileri” çözümü, başka coğrafyalarda olduğu gibi, “Ali kıran, baş kesen” örgütlerde arayacaktır. Somali dağılmış bir siyasi sistem ile Eş Şebab arasında yalpalıyor. Tunus da aynı yolun yolcusu olabilir.
Bu olasılıkla siyaseten ve beden bedene çarpışmak gerek. Ennahda’nın karşıtı kampın temsilcisi, Tunus başbakanı Hişam Meşişi, eylemlerin dördüncü gününde televizyon konuşması yapıyor. Okuma yazmayı bile zor söken “veledu’l hüma”ya, yani yoksul mahalle gençlerine, anlayamayacakları bir dille hitap ediyor. Tunus’un eski sömürgeci gücünün Fransa olduğunu hatırlarsak, beyefendinin varoş gençliği karşısında “Fransız kaldığını” bile söyleyebiliriz!
Marksizm başka bir yol açmalı: Muhammed Buazizi’nin ve burjuva parlamentarizmiyle uzlaşmayı reddettiği için suikasta uğrayarak öldürülen Şükrü Belaid’in anılarının ateşini harlamak, işçi sendikaları konfederasyonu UGTT’yi yeniden devrimin mecrası haline getirmek ve işçi sınıfı gençliğinin devrimci potansiyelini ikinci Tunus devrimi yolunda seferber etmek gerekiyor.