Akdeniz: Dünya devriminin yeni havzası!

The Mediterranean: new basin of world revolution!

البحر الأبيض: الحوض الجديد للثورة العالمية

مدیترانه: حوزه جدید انقلاب جهانی

Il Mediterraneo: nuovo bacino della rivoluzione mondiale!

Μεσόγειος: Νέα λεκάνη της παγκόσμιας επανάστασης!

Derya Sıpî: Deşta nû a şoreşa cihânê

Միջերկրական ծով: նոր ավազանում համաշխարհային հեղափոխության.

El Mediterráneo: Nueva cuenca de la revolución mundial!

La Méditerranée: nouveau bassin la révolution mondiale!

Mediterrâneo: bacia nova da revolução mundial!

Tunus: Gecikmiş bir final!

Bu memlekette yolsuzluğa batanların listesi o kadar uzun ki insan korkuyor, acaba listede ben de var mıyım? (Karikatür: Şadli Belhamza)

 

 

Marx’ın Hegel’e atıfla söylediği söz yine haklı çıktı: Tarihte her büyük olay iki kere gerçekleşiyor. İlkinde trajedi olarak, ikincisinde komedi! Mısır devrimi bir trajedi ile sona ermişti. Öyle görünüyor ki, Tunus’taki emperyalizm darbesi onun bir karikatürü olacak.

2011 Arap devrimi en büyük darbesini 2013’te yemişti. Mısır devriminden bir yıl sonra yapılan seçimlerde Müslüman Kardeşler (İhvan) adına cumhurbaşkanı seçilmiş olan Muhammed Mursi, ağır bir yetki gaspına girişince devrimci halk kitleleri 30 Haziran 2013’te yeniden ayağa kalkmıştı. Tarihin bugüne kadar gördüğü en büyük kitle eyleminde Mısır’ın 35 milyon insanı ülkenin dört bir köşesinde sokağa çıktı. Mursi’nin itibarına büyük darbe vuran bu büyük eylemden Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el Sisi yararlandı. Yenişemeyen devrim kampı ile İhvan kampı arasından sıyrılarak Bonapartist diktatörlüğünü kurdu. Bu büyük bir trajedi idi. 21. yüzyılın en büyük devrimci yükselişi olan Mısır devrimi o zamandan bu yana hapishanelere tıkıldı. Onunla da kalmadı. 2011’de dünya çapında başlayan devrimci dalga da duruldu. (Ta ki 2019’da başka ülkelerde yeniden ayağa kalkana kadar.)

Mısır devriminin yenilgisine, başka Arap ülkesindeki devrimlerin ya da devrim başlangıcı isyanların çoğunun ya ezilmesi ya da gerici iç savaşlara dönüşmesi eşlik etti. Yalnızca Tunus devrimi çeşitli tuzakları aşarak göreli bir özgürlük ortamı sağlayan bir burjuva demokrasisini yerleştirebildi. Ama bu da Avrupa Birliği’nin devrimi evcilleştirmesi pahasına oldu. Zira devrimin kaynakları sosyo-ekonomikti, sınıfsaldı. Ama emperyalizm Tunus devrimini salt bir politik devrime hapsetti. Sosyalistler de halkı radikal bir program etrafında harekete geçiremeyince tek kazanım o oldu.

Emperyalizm yanlısı eski rejim taraftarları ile İhvancı, Katar yanlısı Ennahda partisinin arasında kurulan kırılgan bir yenişememe hali, 2014 sonrasında Tunus’un siyasi dinamiklerini belirleyecekti. Ta ki bu yıla, devrimin 10. yıldönümünün yaşanmakta olduğu günlere kadar.

Bitmeyen devrim

Parlamentoda dengeler laiklik ve emperyalizm yanlılarıyla İhvan hareketi arasında salınıyordu ama sokakta durum farklıydı. Tunus’un yoksullarının, özellikle de “veledu’l huma”nın, yani varoş gençliğinin öfkesi dinmiyordu. Neredeyse her yıl, devrimin yıldönümünde isyanlar başlıyor, sanki devrim yeniden atağa hazırlanıyordu. Özellikle bu yıl devrimin yeniden yüzünü gösterir gibi olduğu bir dizi eylem yaşandı.

Ama bu eylemler bile iki karşı devrimci kampın, yani “Avrupai” burjuvazi ile Katar yanlısı burjuvazinin arasındaki mücadeleyi yumuşatamadı. Aradaki uçurumu büyüten bir başka faktör de Tunus’un komşusu Libya’daki iç savaşta iki tarafın farklı tutuma sahip olması idi. Ennahda ve onun lideri Raşid Ğannuşi doğal olarak Libya iç savaşının İhvancı kanadını desteklerken bağımsız Cumhurbaşkanı Kays Said, Fransa ve bir dizi başka Arap ülkesiyle birlikte karşı tarafı destekliyordu.

Ama en hassas nokta Ennahda’nın Tunus halkının eylemlerine karşı kendi milislerini örgütleme önerisini yapınca ortaya çıktı. Bu, o dönemde Gerçek’in uluslararası alandaki kardeş sitesi RedMed’de ifade edildiği gibi Avrupai burjuvazide büyük bir ürküntü yarattı. Yani devrimci faaliyet bu iki kanadı birbirine yaklaştıracağına uzaklaştırıyordu.

Gecikmiş, sivil, yumuşak bir Bonapartizm

Tunus’un bağımsız cumhurbaşkanı Kays Said’in 25 Temmuz’da sözde ülkenin anayasasının bir maddesine yaslanarak parlamentoyu bir ay boyunca tatil etmesi ve başbakan ile iki bakanın görevlerine son vermesi, bu çelişkiyi emperyalizmin ve Avrupai burjuvazinin lehine çözmek için girişilmiş bir manevradır. Said bir taşla iki kuş vurmuştur. Hem meclis başkanı konumunda olan Raşid Ğannuşi’nin bütün yetkileri elinden alınmış olmaktadır hem de onun müttefiki olarak çalışan başbakan Hişam Meşişi görevden alınmıştır.

Komedi, Mısır’daki trajediye eşlik etmiş olan senaryonun “light” bir versiyonunu da içeriyor. Hatırlanacaktır orada darbe öncesinde İhvancı cumhurbaşkanının aleyhine dev bir gösteri düzenlenmişti. Tunus’a gelirsek, 25 Temmuz, ülkenin eski sömürgeci güç Fransa’dan bağımsızlığını kazanmasının kutlandığı gündür. O gün gündüz ülkenin hemen her yerinde oldukça büyük kalabalıklar hafta sonunda Covid-19 dolayısıyla uygulanmakta olan sokağa çıkma yasağına meydan okuyarak meydanları doldurmuşlardı. Hükümetin hem Covid-19 konusundaki politikasına (Tunus şu anda Afrika’nın nüfusa oranla en ağır sağlık krizini yaşıyor, 12 milyonluk ülkede 18 bin kayıp verilmiş durumda ve ölümler günlük olarak hâlâ üç haneli sayılarda) hem de korkunç bir krize yol açan ekonomi politikasına duyulan tepkiyi dile getirmişlerdi. Bazı yerlerde Ennahda büroları basılmış, partinin tabelaları indirilmiş, parti büroları tahrip edilmişti. Yani aynen Mısır’da el Sisi 30 Haziran’daki dev gösterilerin taleplerine cevap verir pozuna girdiği gibi Kays Said de 25 Temmuz’da kitlelerin Ennahda’ya ve onun müttefiki başbakana karşı mücadele dalgasına yanıt vermiş oluyordu.

Halkın bir kısmı bunu 10 Temmuz’dan itibaren sosyal medya üzerinden kendiliğinden gelişmiş bir hareket olarak görüyor. Buna 25 Temmuz hareketi diyorlar. Olayların gelişimine bakıldığında bunun ustaca bir kullanmadan ibaret olmadığından, cumhurbaşkanının ajanlarının eylemin örgütlenmesine en azından katkıda bulunmuş olduğundan kuşkulanmamak mümkün değil. Sokağa çıkma yasağına rağmen polisin ve askerin hiçbir şehirde göstericilere müdahale etmemesi de anlamlı bir gösterge.

Yani Tunus’ta yaşanan, halkın mücadelesinin dalgası üzerinden bir gecikmiş, sivil, yumuşak Bonapartizmdir. Darbe midir?

ABD Dışişleri Bakanlığı hukuki inceleme yürütüyor!

Beyaz Saray sözcüsü Jen Psaki Tunus’ta meclisin tatil edilmesinden hemen sonra basın toplantısında kendisine Tunus’ta yaşananın bir “darbe” olup olmadığının sorulması üzerine Dışişleri Bakanlığı’nın sorunun hukuki boyutunu incelemekte olduğunu söyledi. Haftanın sonuna geldik, ABD Dışişleri Bakanlığı hâlâ karar veremedi.

Öyle acele etmeyin! Kimilerinin sevgilisi Demokrat Başkan Barack Obama da kendi zamanında el Sisi’nin iktidarı ele almasının, meclisi kapatmasının, seçilmiş cumhurbaşkanının hapse atılmasının, 2019’da mahkeme salonunda kalp krizinden ölüvermesinin “darbe” olup olmadığının incelenmesi için Dışişleri Bakanlığı’na talimat vermişti. Bu incelemeler çok önemli zira hukuken “darbe” tespiti (İsrail’den sonra bütün dünyada ABD’den en çok Amerikan yardımı alan ülkesi) Mısır’a yaklaşık yıllık bir milyar dolar yardımın kesilmesini gerektiyor. Bildiğimiz kadarıyla ABD Dışişleri Bakanlığı Mısır’da 2013 yılında yaşanan iktidar değişikliğinin “darbe” olup olmadığını sekiz yıl sonra hâlâ inceleyip duruyor! Bunu nereden biliyoruz? Çünkü el Sisi her yıl ABD’den yaklaşık bir milyar doları alıp muhaliflerini susturmaya ve Suudilerle el ele Arap dünyasını karıştırmaya harcıyor.

İnsaflı olmak gerek. Sisi’ninki darbe değilse Kays Said’inki hiç değildir. İşin mizahi yanı bir tarafa, şu anda Tunus için “darbe midir değil midir?” tartışması ancak AKP’lilere ve sol liberallere yakışacak bir formalizm olur. Önemli olan şimdi ne olduğu değildir. Önemli olan, Kays Said’in bir ay sonunda orduyu harekete geçirip geçirmeyeceğidir. Asıl o zaman karar verilir ne ölçüde darbedir ne ölçüde değildir. Kimsenin Tunus anayasasının 80. Maddesi üzerine hukuki tartışmalardan kazanacağı bir şey yok.

“Amerikan dizaynı”!

Ama bu tartışma, Arap devriminin “Amerikan dizaynı” olduğunu ilk günden itibaren büyük bir iştiyakla haykıranlar, böylece milyonlarca, on milyonlarca Tunuslu ve Mısırlı (ve başka uluslardan) işçinin, yoksulun, emekçinin, küçük esnafın, kadının, “veledu’l hüma”nın göğüslerini devrime siper ederek verdiği mücadeleye hakaret edenler konusunda tarihin hükmünü bütün netliğiyle ortaya koyuyor.

Şayet Mısır devrimi “Amerikan dizaynı” ise nasıl oldu da Barack Obama yönetimi o “dizayn” ettiği devrimin ayaklar altına alınarak ezilmesine onay verdi? Şayet Tunus devrimi en başta eski sömürgeci Fransa’nın, sonra AB’nin ve genel olarak emperyalizmin dizaynıydı, o zaman şimdi ne demeye ABD Dışişleri meseleyi yine oyalamaya başladı? Fransa neden “demokrasi” çığlıkları atmıyor?

Bakın Tunus burjuvazisinin Avrupai kanadının sözcülerinden biri olan Fransızca yayınlanan La Presse gazetesi başyazısında Kays Said üzerinde derhal harekete geçmesi için baskı yaratmaya çalışırken ne yazıyor? “Hiç kuşku yok, halkın özlemlerini tatmin ederken demokratik ülkelerin beklentilerine zarar vermemek çok zor.” (https://lapresse.tn/104794/ici-et-maintenant/) Yani: Halk Ennahda’yı ufalamanı bekliyor. Ama sen bunu yaparken “demokratik ülkeleri” de zor suruma düşürme. Bir yol bul, onlar da yasal diyebilsinler.

Devrimi gördüğünde tanımayana Marksist de denmez, komünist de!

Tunus nereye?

Kays Said’in ne yapacağı daha bugünden az çok belli oldu. Bir kere, halkı tatmin etmek için devrim öncesindeki eski rejim altında haksız iktisap suçu işlemiş olduğu halde bunun bedelini ödemeyen sermayedarların üzerine giderek, yani saati 10 yıl geriye, devrim günlerine ayarlayarak kendisine yönelik halk desteğini perçinlemek istiyor. İkincisi, Ennahda ve iki daha küçük partinin 2019 seçimlerinde hem kaynağı belirsiz hem de yabancı güçlerden (Katar?, Türkiye?) para aldığına dair belgeler olduğunu söylüyor. Böylece Ennahda’yı köşeye sıkıştırarak teslim alacağını umuyor. Üçüncüsü, meclisi tatil etmekle kalmadı, yetkiyi nereden aldıysa (!) milletvekillerinin dokunulmazlığını da kaldırdı. Şimdi Ennahda’nın önde gelen birçok vekiline ve belki de meclis başkanı Ğannuşi’ye yıllarca altından kalkamayacakları kadar ağır suçlamalar yönelecek, davalar açılacak.

Kısacası, Kays Said, anayasayı, meclisi, meclis çoğunluğuna dayalı bir hükümet ilkesini terk etmeksizin Ennahda’yı bitirmeye çalışacak. Becerebilir mi? Bilmiyoruz.

Bildiğimiz, beceremezse ordunun ve polisin arkasında olduğudur. Bildiğimiz beceremezse “light” darbenin sert darbeye dönüşeceğidir.

İlave bir not

Bu gelişme elbette AKP’nin Arap dünyasındaki konumuna yeni bir darbe daha vurulması demek. Mısır’da Sisi’nin İhvan’ı devirmesi, Suriye’de İhvancıların ancak çok kısmi bir başarı kazanması, Hamas’ın Mısır’daki iktidar değişikliğinden sonra İran’la işbirliği eğiliminin baskın çıkması, Sudan’da Ömer el Beşir’in devrim sayesinde alaşağı edilip hapsi boylaması, Ürdün’deki kolun başarı kazanamaması, Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin marjinalze olması, bunların her biri Erdoğan’ın Rabiacı politikasına ciddi birer darbe idi. Şimdi Kays Said’in darbesiyle birlikte iktidar paylaşmakta olan son güçlü ortak Ennahda ve lideri Ğannuşi de savunmaya itilmiş oluyor.

Rabiacılığın geleceği çok parlak değil.