Akdeniz: Dünya devriminin yeni havzası!

The Mediterranean: new basin of world revolution!

البحر الأبيض: الحوض الجديد للثورة العالمية

مدیترانه: حوزه جدید انقلاب جهانی

Il Mediterraneo: nuovo bacino della rivoluzione mondiale!

Μεσόγειος: Νέα λεκάνη της παγκόσμιας επανάστασης!

Derya Sıpî: Deşta nû a şoreşa cihânê

Միջերկրական ծով: նոր ավազանում համաշխարհային հեղափոխության.

El Mediterráneo: Nueva cuenca de la revolución mundial!

La Méditerranée: nouveau bassin la révolution mondiale!

Mediterrâneo: bacia nova da revolução mundial!

Katalonya: Tarihi seçim, belirsiz gelecek

İspanya’nın Katalonya özerk bölgesinde geçtiğimiz Pazar günü yapılan seçimler tarihi önem taşıyabilecek bir sonuçla sona erdi. Şimdi Katalonya’nın bağımsızlığı gündemde. İspanya aynı zamanda Yunanistan’ın hemen ardından ekonomik ve politik bakımdan AB’nin ikinci zayıf halkası. Aralık ayında yapılacak genel seçimlerde epeyce bir sürpriz bekleniyor. İzlenmesi gereken ülkelerin başlarında geliyor. Aşağıda, Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu Koordinasyonu’nun (DEYK) İspanya’da birlikte çalıştığı, bu sitede bir süredir İspanya hakkında yazılarını okumakta olduğunuz bir Katalan devrimci Marksisti olan Pedro Marlez’in Pazar günkü seçimler hakkındaki yorumunu yayınlıyoruz.

27 Eylül’de yapılan erken özerk bölge seçiminin sonuçları İspanya devletinde son kırk yılın en önemli politik krizini derinleştirdi.

Katalonya’nın Generalitat olarak anılan hükümetinin başkanı olan Artur Mas, Katalonya’nın özlemleri için bir çıkış yolu bulunamayan koskoca bir üç yıldan sonra referandum karakteri taşıyan bir erken seçim düzenledi. Bu üç yıl boyunca İspanya devlet aygıtı ve Mariano Rajoy hükümeti her çıkış yolunu reddetmiş, her çabaya karşı koymuştu. 27 Eylül seçiminde bağımsızlık yanlısı güçler çoğunluğu elde ettiği takdirde, yeni Katalan hükümeti, İspanya’nın hukuk sisteminden bir “kopuş” süreci başlatacak, bu süreç, sonunda bir bağımsızlık bildirgesinin ve yeni Katalan Cumhuriyeti anayasasının kabulü ile taçlanacaktı.

Bu seçimin tartışmasız biçimde sıradışı bir özellik taşıyor olduğu gerçeği, hem İspanya hükümeti, hem de ulusal egemenlik yolunda bir sürece karşı çıkan partiler tarafından yadsınıyordu. Ne var ki, bir dizi olgu, bu güçlerin bu seçimi sıradan bir bölge seçimi gibi görme iddiasıyla bağdaşmıyor: arjoy’un partisi PP, Obama’dan, Avrupa Komisyonu’ndan, Sarkozy’den, İspanya Merkez Bankası’ndan, büyük şirketlerden ve Katalan ve İspanyol bankalarından kendi tutumunu destekleyen mesajlar istedi; Katalonya halkının karşı karşıya kaldığı tehdit bombardımanı (AB’den kaçınılmaz olarak çıkış, emeklilik maaşlarının ödenmeme tehlikesi, bankalardan para çekmeye kısıtlama getirilmesi vb.) sıradan bir seçim tartışmasının olağan atmosferine pek uymuyor. Öte yandan, hemen hemen bütün partiler bağımsızlık konusunda açık seçik bir tutum belirlediler. Nihayet, seçimlere olağanüstü katılım oranı (2012’den on puan daha fazla, neredeyse yüzde 78) seçimin sıradışı niteliğini ortaya koyan bir başka gösterge.

Parlamentoda bağımsızlık yanlıları çoğunluk, ama oylarda çoğunluk yok

Bağımsızlık yanlıları Katalonya parlamentosundaki sandalyelerin çoğunluğunu elde etmiş olmalarına karşılık, oyların mutlak çoğunluğunu elde edemediler. Katılım oranının böyle olağanüstü yüksek olması (ve tam anlamıyla nispi temsil içermeyen seçim sistemi) bu farkı açıklayan faktörler olarak kaydedilmeli. Böylece, bağımsızlık yanlıları oyların yüzde 47,7’sini almışken, parlamentoda ise 135 sandalyenin 72’sini elde etmiş oldular.

Geçtiğimiz Mayıs ayındaki yerel seçimlerden hemen sonra Artur Mas aylardır peşinde olduğu bir hedefe ulaşıyor ve bağımsızlık yanlılarının birlik halinde seçimlere katılması konusunda bir anlaşmayı sağlıyordu. 1980’den bu yana Katalan politikasına hâkim olmuş olan koalisyon, yani CiU (Yakınlık ve Birlik) Mayıs seçimlerinden açık bir yenilgi ile çıkmıştı. Bağımsızlık yanlısı merkez sol ERC (Katalonya Cumhuriyetçi Solu) güçlü bir şekilde gelişiyor ve bağımsızlık yanlısı hareketin yönetiminde CiU’nun yerini alacak gibi görünüyordu. Ayrıca, solda birlik listelerinin elde ettiği başarı Katalan ulusçuluğunun hegemonyasını tehdit ediyordu. Siyasi sürecin liderliğini elinde tutmak için Mas’ın bu tehlikeleri bertaraf etmesi gerekiyordu. 

Seçimi kazanan Junts pel Sí (Evet için Birlikte) listesinde Mas’ın partisi, ERC, ulusal egemenlik yanlısı iki toplumsal kuruluş ve sayısız bağımsız bir araya gelmişti. CiU’nun içindeki öteki parti ise bağımsızlığa karşı olduğunu, kendi kaderini tayin hakkını İspanya ile bir konfederasyon oluşturma yönünde kullanma taraftarı olduğunu açıklayacak ve bu yeni ittifakı reddedecekti. Bağımsızlık kampının sol kanadında yer alan CUP (Halk Birliği Listesi) da cepheye katılmayı reddediyordu.

Junts pel Sí oyların yüzde 39,5’ini aldı, 62 sandalye kazandı. CUP ise yüzde 8,2 oyla 10 sandalye elde etti. Bağımsızlık yanlılarının oyu 2012 seçimlerine göre de, 2014 Kasım’ında yapılan yoklamaya göre de artmış oldu.

İlk kez oy kullananların önemli bir bölümü İspanya ile birlik yönünde, somut olarak da Ciudadanos (Yurttaşlar) adını taşıyan yeni partiye oy kullandılar. Bu parti PSC adındaki sosyal demokratları ve sağcı PP’yi geride bırakarak birlik taraftarı en büyük parti haline geldi.

Ancak, İspanya içinde kalma taraftarlarının oyların çoğunluğunu almış olduğu iddiası apaçık bir yanlıştır. Catalunya Sí que es pot (Katalunya, yapabiliriz) ittifakı, reformist solu, Podemos’u ve çevrecileri bir araya getiriyordu. Oyların yüzde 9’unu alan bu ittifak kandi kaderini tayin hakkı için referandum yapılmasını savunuyor; içinde federasyon yanlıları olduğu gibi bağımsız bir Katalonya’dan yana olanlar da var. Yani İspanya ile birliği savunan sözde bir çoğunluğun parçası olarak görülmesi mümkün değil.

Belirsiz bir gelecek

Önümüzdeki dönemde ne olacağını kestirmek mümkün değil. Junts pel Sí ancak İspanya devletinden kopuşu gerçekleştirecek bir kurumsal yapı kurma yolunu tutmayı taahhüt ederse Mas’ın başkanlığı için CUP’un desteğini alabilir. Bu durumda da yargıyı ve baskı aygıtlarını karşısında bulacak, bölgenin özerkliğinin askıya alınması sürekli bir tehdit olarak var olacaktır.

Müzakere olasılığını yalnızca Aralık ayında yapılacak genel seçimlerde İspanya hükümetinde yaşanacak bir değişiklik yaratabilir. Ama bu asla kendi kaderini tayin hakkını, yani Katalanların kendi geleceklerini belirleyecekleri hakiki bir referandumu kapsamayacaktır. Bu olasılığı kabul eden yalnızca Podemos ve Izquierda Unida (Birleşik Sol) partileridir. Bunlar ise İspanya parlamentosunda gerekli anayasal reformu gerçekleştirecek bir çoğunluğa ulaşma potansiyeline sahip değildir. Sosyal demokrat PSOE böyle bir şeye kategorik olarak karşıdır. İspanya devletinin bir federasyon haline gelmesi yönünde reformlar (bu aslında PSOE’nin programında vardır) ya da Katalonya’nın özel bir muameleye tâbi olması (daha büyük mali olanaklar artı kurumsal düzen içinde bir ulus olarak kabulü), tutulması pek muhtemel olmayan yollardır. Bunlar, hem PP ve Ciudadanos’un, hem de PSOE’nin direnciyle karşılaşacaktır.

Bağımsızlık yanlısı kampın içinde yer alan geniş kesimler dahi, kurumsal bir kopuştan ister önce ister sonra, hakiki bir referandum olmaksızın tek yanlı bir bağımsızlık ilanının meşruiyetini sorgulamaktadır.

Katalonya’da bütün toplumsal sınıfları etkileyen olğanüstü yeniden kümelenme süreci devam ediyor. Arturo Mas ve merkez sağ Katalan milliyetçiliği kopuşun sonuçlarından kaygı duyan Katalan burjuvazisi içinde önemli bir destek kaybına uğramış bulunuyor. Orta burjuvazi, küçük burjuvazi, Katalan ulusçusu serbest mesleklerden ve orta sınıflardan katmanlar kesin biçimde ayrılıktan yana tavır almış durumdalar; Katalonya tarihinde böylesine büyük bir güce asla ulaşamamış bir kitle hareketi haline gelen bağımsızlık yanlısı güçlü bir halk hareketini yönetiyorlar. Bu hareket şimdi destekçilerinin sayısı ve hareketin temsil gücü açısından tartışmasız biçimde güçlenmiştir. Barselona’nın ve Tarragona’nın büyük işçi mahallelerinde ise sosyal demokrat merkez solun ve reformist solun yerini, sınıflar arası bir ittifaka yaslanan, kapitalizm yanlısı, sağ popülist özellikler gösteren, Katalonya’nın kendi kaderini tayinine karşı çıkan Ciudadanos almış bulunuyor.

Ancak işçi sınıfı ve halk kesimlerinin bağımsız bir politika ile sahneye çıkmasıdır ki harekete bir perspektif kazandırarak gerici güçlerin ilerlemesini durdurabilir. CUP’un başarısı, binlerce emekçinin ve gencin farklı bir önderlik arayışında olduğunu gösterrmektedir. Anti-kapitalist, sosyalist, enternasyonalist bir açıdan bakıldığında CUP’un programı hiç kuşku yok ki yetersizdir. Ancak, işçi sınıfının ve halkın öteki kesimlerinin merkezi rolü konusundaki ısrarı ve dış borcun, AB’nin ve avronun reddedilmesi konusundaki yönelişi, CUP’un politikasında bir atılım yapması ve burjuvaziden ve küçük burjuvaziden bağımsız bir hareketi fiilen inşa etmeye girişmesi açısından değerli başlangıç noktaları oluşturabilir. İspanya devleti ölçeğinde sınıf temelli bir sol ile ittifak içinde hükümete, Kraliyete ve AB’ye karşı bir halk hareketinin oluşturulmasına girişmek, Katalonya’nın tam bir egemenliğine ulaşmak ve İspanya ölçeğinde kurtuluş ve toplumun yeniden biçimlendirilmesi ufkunu açacak biçimde güç dengelerini değiştirmek açısından tek yoldur. İşte o zaman, egemen bir Katalonya Cumhuriyeti İspanya devletini oluşturan öteki halklarla ilişkisini özgürce kararlaştırabilir.

Barselona, 29 Eylül 2015