Danıştay’ın Ayasofya’yı müzeden yeniden camiye dönüştürme kararı ve kararın alınmasında başrolü oynayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kararı hemen onaylaması, milliyetçi gafleti ve dinci tahammülsüzlüğü gösteren gerici bir harekettir. Bu karar Doğu Akdeniz’deki ve Ege Denizi’ndeki milliyetçi rekabetin değirmenine su taşıyor ve bölgede kanlı bir savaş riskini arttırıyor.
Erdoğan rejiminin hoşgörüden yoksun kararını kesin bir dille kınarken, eşit oranda milliyetçi bir duruşa sahip olan Yunan kapitalist sınıfını, devletin yaptığı propagandayı, sağcı hükümeti, kiliseyi ve ana akım medyayı da sınıfsal hiç taviz vermeden aynı şekilde kınıyoruz. Milliyetçi ve dinci bağnazlığa cevap “kendi” burjuva milliyetçiliğimiz olamaz. Cevap yerli burjuvaziye, onun gerici iş birlikçilerine ve çürümüş geri kapitalist ülkelere olan tahakkümünü arttırmak için fırsat kollayan emperyalistlere karşı proleter enternasyonalizmi ve dayanışmasını yükseltmektir.
Ayasofya’yı müzeden yeniden camiye dönüştüren bu gerici karar Ayasofya’nın, Kemal Atatürk hükümetinin camiden müzeye çevirerek laikleştirdiği ve 1934 yılından beri sahip olduğu müze statüsünü değiştirmiştir. Erdoğan rejiminin bu kararının uluslararası ve ulusal olmak üzere iki boyutta hedefleri vardır.
Uluslararası boyutu, rejimin, emperyalist Batı güçlerle, ABD ile, AB ülkeleri (Fransa İtalya vs.) ve bölgedeki rakipleriyle, (bu örnekte açık bir şekilde Yunanistan), MEB’deki ihtilaflı konular, kıta sahanlığı, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki boru hatları konuları hakkında pazarlık yapabilmek için bir uzlaşmazlıkmesajı vermesidir.
Bölgede “alt emperyalist” hegemonik bir güç olma rolünü üstlenen Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Asya’da Türkistan’dan Irak’a, Suriye’ye, Doğu Akdeniz’den, Libya’dan başlayarak Kuzey Afrika’ya kurduğu hakimiyeti yeniden diriltmeye çalışıyor. Türk ordusu on yıllardır Kıbrıs’ın neredeyse yarısını ve daha yakın zamanda Suriye’nin bir kısmını işgal ederken öte yandan sözde “milli güvenlik gerekçeleriyle” Kürt isyancılarla kalıcı bir savaş vererek Irak’a müdahale ediyor.
Ulusal boyutuise, Erdoğan’ın tek adam rejimi dinci bağnazlığı ve faşist milliyetçiliği körükleyerek küresel kapitalist krizin yarattığı ağır ve çözümsüz ekonomik, sosyal sorunları gizlemek istiyor. Covid-19 pandemisinden bile önce Türkiye ekonomisi felaket durumdaydı: üretimde durgunluk, devasa işsizlik, enflasyon, dev dış ve iç borç. Milliyetçiliğin ve dinin istismarı, işçi sınıfının ve halkın hoşnutsuzluğunu sınıf mücadelesinden ve Erdoğan istibdadıyla mücadeleden saptırmayı hedefliyor. Rejim kendisine sahte “anti-emperyalist” bir imaj çizse de asıl amacı Batı emperyalizminin ve çok uluslu şirketlerin ortaklığını ve polisliğini yapmaktır.
Aynı zamanda, Ayasofya kararı 1923 burjuva devrimiyle Türkiye’de ilân edilen Cumhuriyetçi geleneğe son ölümcül darbeyi vurmayı hedefliyor. Böylelikle devletin dini olacak ve Türk burjuvazisinin ve emperyalistlerin hizmetinde Türk tarzı bir İslam Cumhuriyeti kurulacak.
Türkiye’deki, uluslararası alanda Müslüman coğrafyadaki, kültür ve sanat dünyasındaki bu karara karşı çıkan tüm seslere katılıyoruz ve Ayasofya’nın statüsünün tekrardan müze olmasını talep ediyoruz. Ayasofya, dünyanın kültürel mirasına ait olan bir şaheserdir. Bulunduğu bölge tabii ki Türkiye’nin egemenlik haklarının geçerli olduğu Türkiye’dedir. Ancak Ayasofya, farklı inançtan ve ulusal kimlikten halkların ve kültürlerin birliğini temsil eden, evrensel bir karaktere sahip olan dolayısıyla bir ülkenin sınırlarına sığmayan, onu aşan bir yerdir. Bu sebeple Ayasofya, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ndedir.
Erdoğan’ın gerilimi tırmandıran bu stratejisine cevap Yunanistan’da milliyetçiliği veya Erdoğan’ınkine benzer dinci bağnazlığı tırmandırarak verilmemeli. Tarih bize her fatihin fethedilen yerde kendi egemenlik sembollerini yarattığını öğretir. Hristiyanlık -kendilerinin paganizm dediği- antik Yunan kültürü üzerinde egemenliğini kurmak için kendi kiliselerini, yok ettiği antik tapınakların malzemelerinden yapmıştır. Bizans topraklarında 400 yılı aşkın süren Osmanlı hakimiyeti bu Hristiyan tapınağın camiye dönüştürülmesiyle sonuçlandı. 20. yüzyıldaki laik cumhuriyetçi (burjuva) devrimi, bu tapınağı dünya kültür mirasının bir sembolü olarak ilân etti. Dini doktrinleri “tarihi gerçekler” olarak kullanıp özel mülkiyet hakkı iddia etmek (veya gerici Siyonizmin İncil’i kullanarak Filistin’de yaptığı gibi) tarihi geriye döndürmeye çalışmaktır ve bu mezbahalardaki barbarlığa modern imha silahlarını kullanarak geri dönmek anlamına gelir.
Burjuvazi, onun hükümetleri, iliştirilmiş aydınları ve vülger köşe yazarlarının aksine Ege Denizi’nin iki tarafındaki işçi sınıfı ve devrimci proletarya ortak enternasyonalist bir mücadele hattı oluşturmalı. İnsan aklının yaratıları, insanlık tarihi boyunca medeniyetlerin kesişim noktalarını bir araya getiren anıtlar olmuşlardır. Devrimci proletarya kültürlerin çeşitliliğine ve her halkın tarihsel birikimlerine saygı göstererek bu anıtları geliştirecektir. Bizim ilham kaynağımız ölüm, sefalet, açlık ve aşağılamadan başka bir şeye sebep olmayan Ege Denizi’nin iki tarafındaki savaş kışkırtıcıları değildir. Bizim ilham kaynağımız altı yüzyıl önce en eski komünist ve enternasyonalist köylü hareketlerinden birine önderlik eden Şeyh Bedreddin’dir. (Şeyh Bedreddin’in bir heykeli Yunanistan’ın Serez şehrinin pazar meydanındadır) Büyük Türk komünist şair Nazım Hikmet’in sözleriyle, Bedreddin der ki:
“Ben gayrı zuhur ve huruç edeceğim!
Toprak adamları toprağı fethe gideceğiz.
Ve kuvvetli ilmi, sırrı tevhidi gerçeklendirip
Biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarını
iptal edeceğiz.”
Bizim ilham kaynağımız Balkanlar’daki burjuva demokratik sosyal devrimlerin öncüsü Rigas Ferayos’tur. Rigas Ferayos, Thuryos ve Çarta şiirlerinde din dil ayırmadan, “hiçbir dini ve lehçeyi dışlamadan, Yunanlılar, Arnavutlar, Vlahlar, Ermeniler Türkler ve tüm diğer halklar” diyerek tüm halkı Osmanlı despotizminin zorbalıklarına, Sultanlara, Paşalara, Patriklere, Metropolitlere, Fener’in bürokratlarına, Kocabaşlara karşı devrime çağırmıştır.
Milliyetçi gafletle ve hâkim sınıfların savaş çığırtkanlıklarıyla yüzleşirken işçi sınıfının enternasyonal birliği için mücadele etmek zorundayız. Komünist Manifesto’da denildiği gibi “Proletaryanın vatanı yoktur.” Milliyetçilik ve dinci bağnazlığa cevap olarak “kendi” kapitalistlerimize karşı sosyalist devrimi, Balkan ve Ortadoğu halklarının Sosyalist Federasyonu’nu ve efendilerin, yerli burjuvazinin, emperyalist patronların olmadığı özgür halkları savunuyoruz.
Atina
12/7/2020
*EEK (İşçilerin Devrimci Partisi, Yunanistan) yöneticisi, Nea Prooptiki adlı yayın organının sorumlusu.