Akdeniz: Dünya devriminin yeni havzası!

The Mediterranean: new basin of world revolution!

البحر الأبيض: الحوض الجديد للثورة العالمية

مدیترانه: حوزه جدید انقلاب جهانی

Il Mediterraneo: nuovo bacino della rivoluzione mondiale!

Μεσόγειος: Νέα λεκάνη της παγκόσμιας επανάστασης!

Derya Sıpî: Deşta nû a şoreşa cihânê

Միջերկրական ծով: նոր ավազանում համաշխարհային հեղափոխության.

El Mediterráneo: Nueva cuenca de la revolución mundial!

La Méditerranée: nouveau bassin la révolution mondiale!

Mediterrâneo: bacia nova da revolução mundial!

1416 ihtilali: Gününden erken gelmiş bir komünist enternasyonalizm*

Hep bir ağızdan türkü söyleyip 
hep beraber sulardan çekmek ağı, 
demiri oya gibi işleyip hep beraber, 
hep beraber sürebilmek toprağı, 
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, 
yârin yanağından gayrı her şeyde 
                                         her yerde 
                                                       hep beraber!

Nâzım Hikmet

“Şeyh Bedreddin Destanı” (1936)

 

Basında yer alan haberlere göre, birkaç hafta önce Batı Trakya’ya bir ziyareti sırasında Yunanistan başbakanı Aleksis Çipras Şeyh Bedreddin’den övgüyle söz ederek bugün hepimizin onu kendimize bir ilham kaynağı olarak görmemiz gerektiğini söylemiş. Başbakanlık yeminini İncil’e el basmadan yapacak kadar açıkça ateist olan, kendine solcu diyen birinin, bir Müslüman şeyhinin sadece Batı Trakya’nın Müslüman Türklerine değil, bütün Yunanlara ilham kaynağı olması gerektiğini söylemesi kendi içinde epey ironik. Çipras’ın Yunan halkının dikkatini Şeyh Bedreddin’e çekmesi dolayısıyla kendisine müteşekkir olmalıyız. Ama hemen ekleyelim: Yunan halkına verdiği bütün taahhütlere ihanet etmiş bir sözde sosyalist olarak Çipras’ın kendisinin Şeyh Bedreddin’den en ufak bir ilham almamış olduğu ortada!

Şeyh Bedreddin 14. yüzyılın ikinci yarısında ve 15. yüzyılın başlarında yaşamıştır. Bilindiği gibi, 15. yüzyıl başı, o zamana kadar bir yükseliş süreci yaşamakta olan Osmanlı’nın 1402 Ankara savaşında Timurlenk’in orduları karşısında yaşadığı bozgun sonrasında bir duraklama içine girdiği dönemdir. Ankara savaşını izleyen 15 yıl boyunca Anadolu ve Balkanlar’da, Osmanlı tahtını ele geçirmek için birbirleriyle savaşan şehzadeler arasında, tarihe “Fetret Devri” olarak geçmiş olan bir iç savaş yaşanmıştır. Bedreddin’in dünya tarihsel önem taşıyan mücadelesi işte bu iç savaş ortamında verilmiştir.

Bedreddin’in hayatı gerçek bir çelişkiler ağı oluşturur. Hem İslam hukukunun, ideolojik olarak kendisine düşman olanların bile teslim ettiği üzere en büyük uzmanlarından biri, yani bir fıkıh âlimi idi; hem de dini Batıni olarak, yani iç anlamıyla yaşayan bir tasavvuf ehli. Çağının en önemli ilim merkezi olan Kahire’de uzun yıllar Şeyh Hüseyin Ahlati’nin rahle-i tedrisinde öğrenim görmüştü. Onun etkisinde tasavvufa intisap ettikten sonra çok farklı bir insan haline gelecekti. Horasan ve Halep’te çeşitli sufi tarikatleriyle görüştükten sonra Osmanlı topraklarına, baba ocağının olduğu Rumeli’ye geri dönecekti.

Bir İslam âlimi olan Bedreddin, anne tarafından Rum’du! Annesi Osmanlı’nın Balkanları fethinde görev almış gâziyandan babası İsrail ile evlendiğinde İslam’ı kabul etmişti. Bedreddin 1359 yılında Dimoteka’da doğdu, 1416’da Serez’de öldü. O zaman Osmanlı toprağı olan her iki şehir de bugün Yunanistan’ın sınırları içindedir. Açıkça söyleyelim: Bedreddin Türk’tür ama aynı zamanda Yunan’dır. Bugüne kadar işin bu yanının yeterince vurgulanmamış olması da bir kayıptır. Çünkü Bedreddin sadece komünist değildi, aynı zamanda enternasyonalistti.

Komünist ihtilalci

Bedreddin’in hayatının çelişkilerinin doruğu, bu din adamının aynı zamanda komünist olmasıdır. En başta Ege’nin Karaburun’undan ümmi bir köylü olan Börklüce Mustafa ile bugünün Manisa bölgesinden bir Yahudi dönmesi olan Torlak Kemal olmak üzere, müritleriyle birlikte, toprak, çiftlik binaları, yük hayvanları, tarım aletleri, kısacası her türlü üretim araçlarında ortak mülkiyeti savunuyorlardı. Bazıları bunu yoksul köylülere “toprak dağıtma” ile karıştırır. Hayır, söz konusu olan ortak mülkiyetti, özel mülkiyete dayalı bütün çiftliklerin ortadan kaldırılmasıydı.

Bedreddin ve müritlerinin programının öteki boyutu ise enternasyonalizm idi. Tarihin o evresinde farklı etnik gruplar varlıklarını daha ziyade dini aidiyetleri temelinde ifade ediyordu. Bedreddin ve müritleri Müslümanıyla, Hıristiyanıyla, Yahudisiyle bütün dinlerin kardeşliğini ve birliğini savunuyordu. Bedreddin’in, Ege bölgesinde müritleriyle görüşmeye geldiğinde Börklüce Mustafa’nın eşliğinde Karaburun’un karşısında olan Sakız adasına geçip orada bir süre kaldığı, kilise önde gelenleriyle ve köylülerle görüştüğü bir tarihsel olgu olarak saptanmıştır. Bu faaliyetin ayaklanma hazırlıklarıyla doğrudan ilişkisi olduğuna kuşku yoktur. Aslında, Bedreddin hareketinin kuzeyde Rumeli anakarasında Enez’den güneyde Girit’e dek etki yaratmış olduğuna dair bir miktar tarihi bulgu da mevcuttur. Bu etkinin izlerinin Türk ve Yunan tarihçilerince araştırılmasında büyük yarar vardır.

Bir ilahiyatçının enternayonalist bir komünist ihtilalci haline gelmesi nasıl mümkün olmuştur? Özellikle de bu çok ileri ortak mülkiyet anlayışı o çağda nasıl gündeme gelebilmiştir? Bir dini tarikat nasıl olmuştur da bir ihtilal örgütü gibi çalışmıştır? Bütün bu konuları daha önce, 1416 ihtilalini 600. yıldönümü vesilesiyle inceleyen, Devrimci Marksizm dergisinde yayınlanmış kapsamlı bir çalışmamızda ele almış bulunuyoruz.[i] Burada bu soruları ayrıntısıyla yanıtlamak olanaklı değil. Sadece şu kadarını belirtelim: Bedreddin “vahdeti vücud” felsefesine inanan bir materyalistti; Osmanlı’nın kuruluş çağında, dervişler arasında komünist ilkeler temelinde işleyen ortak mülkiyete dayalı çiftlikler azımsanmayacak miktarda mevcuttu, yani ortada bir somut pratik model vardı; tarikatler ise daima birer sınıf örgütü idi.

İhtilalin 600. yıldönümü

Bedreddin ihtilali 1416 yılında patlak verdiğinde, birçok köylü isyanından farklı olarak belirli bir yöre ile sınırlı kalmayacaktı. Anadolu’da Aydın’dan, hatta daha güneyde Muğla’dan başlayarak, başta Sakız, Yunan adalarından geçerek Batı Trakya’da bugün Bulgaristan sınırları içinde olan Deliorman’a ve Yunanistan sınırları içinde olan Serez’e kadar uzanan engin bir coğrafyaya yayılacaktı. En azından üç büyük ayaklanma yaşandı. (Başka ayaklanmalara dair bazı bulgular da mevcuttur.) Börklüce Mustafa, Türk ve Rum Anadolu köylülerinden, göçebe Türkmenlerden, Sakızlı denizcilerden oluşan 10 bin savaşçısı ile Karaburun’da Osmanlı ordusunu iki kez yenilgiye uğrattı, ancak Osmanlı’nın bütün gücünü Ege’ye yığan üçüncü savaşta yenildi. Osmanlı Börklüce’yi çarmıha gerdi, halka ibret olsun diye deve sırtında böylece dolaştırıldı. Bu tuhaf ceza biçimi Bedreddini tarikatin farklı inançlarına, Hıristiyanlığı ve İslamı birlikte kucaklayan sinkretizmine yönelik bir aşağılama olarak görülmelidir. İkinci ayaklanma Manisa dolaylarında Torlak Kemal tarafından yönetildi, ama o da hezimete uğradı.

Bedreddin’in kendisinin önderliğinde yaşanan üçüncü ayaklanma belki de en kitleseli idi. Bedreddin 1413’te tahta geçen Çelebi Mehmet tarafından İznik’te zorunlu ikamete mahkûm edilmişti. Oradan kaçarak Kastamonu yoluyla Deliorman’a geçti. Başlattığı ayaklanma orman yangını gibi hızla yayıldı. Geçtiği her yerde halk ihtilalcilere katılıyordu. Ama hitap ettiği geniş kitle içinden bazı hâkim sınıf unsurları Çelebi Mehmet ile anlaşarak davaya ihanet ettiler. Bedreddin çadırından kaçırılarak Mehmet’e teslim edildi, yargılandı ve ölüme mahkûm edildi. Elimizdeki en güvenilir bilgiler, 18 Aralık 1416’da, yani günü gününe 600 yıl önce, Serez çarşısında idam edildiğini gösteriyor.

Bugün o görkemli enternasyonalist komünist ihtilalin 600. yıldönümünü kutluyoruz. Şurası açık ki, ihtilal komünizmin koşulları olgunlaşmadan gelmişti. İktidarı almadan önce değilse bile, sonrasında yenilgiye mahkûm olduğu söylenebilir. Ama bu coğrafyada böyle bir ihtilal yaşanması bizim için büyük bir onurdur. Kimileri Osmanlı’yı kendilerine örnek aladursunlar. Biz, Osmanlı’nın zalim sultanlarının ve timarlı sipahilerinin sömürdüğü ve ezdiği yoksul halkın büyük başarısı ile övünürüz. Hele hele, bu ihtilalin bugün kapitalist rekabet içinde birbirinin düşmanı ilan edilen iki ulusun emekçileri tarafından birlikte yapılmış olması daha da anlamlıdır. Ege denizinin iki yakasında devrimciler, 21. yüzyıl kapitalizminin, artık emekçi sınıfların iktidara yükselmesi ve sınıfsız bir toplumun inşası için karşılaştırılamaz derecede daha olumlu koşullarında, bu tür bir enternasyonalist devrimin yolunu yeniden açmak için mücadele ederken, Şeyh Bedreddin’in, Börklüce Mustafa’nın, Torlak Kemal’in ve nice adsız köylü kahramanın anısı onlara yol gösterecektir.

*Bu yazı, önce Yunanistan’da yayınlanmak üzere yazılmıştır. Yunanistan başbakanı Aleksis Çipras, Kasım sonu-Aralık başında bir Batı Trakya gezisinde Şeyh Bedreddin’den söz ederek onu örnek bir şahsiyet olarak gösterince, Yunan halkına Bedreddin’in gerçekten nasıl biri olduğunu anlatmak amacıyla kaleme alınmıştır. Yazarı Yunanca bilmediğinden İngilizce yazılmış, Yunanca’ya Devrimci İşçi Partisi’nin kardeş partisi Epanastatiko Ergatiko Komma’dan (EEK-Devrimci İşçi Partisi) yoldaşlarca çevrilmiş, partinin yayın organı Nea Prooptiki (Yeni Perspektif) gazetesinin 10 Aralık 2016 tarihli 633. sayısında yayınlanmıştır. Burada yayınlanan Türkçe çeviri yazarın kendisi tarafından yapılmıştır.




[i]Sungur Savran, “İki Devrimin Hikâyesi: Nâzım, Bedreddin ve 1416 İhtilali”, Devrimci Marksizm, sayı 26, Bahar 2016, s. 107-158.