
Ekrem İmamoğlu’nun, üniversite diplomasının İstanbul Üniversitesi tarafından iptal edilmesinin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik çok çeşitli suçlamalarla başlatılan operasyon kapsamında gözaltına alınması süreci bir istibdad operasyonudur. İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ile İBB’ye yönelik operasyonların hukuki ya da idari herhangi bir bağlantısı yoktur. İki kararın 24 saat içinde birbirini takip etmesi, 4 günlük gözaltı süresiyle buna paralel olarak İstanbul Valiliği’nin İstanbul’da 4 günlük fiili OHAL ilan etmesiyle birlikte tüm bu sürecin CHP’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı için yapacağı ön seçime bağlanmış olması tabii ki tesadüf değildir. Tüm süreci planlayan, başlatan, yürüten ve koordine eden irade istibdad rejimidir. İktidar cephesinden söylenen kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, yargıya güven vb. ifadelerinin ciddiye alınabilir bir yanı yoktur. Türkiye’de yaşayan herkes bunun bir siyasi operasyon olduğunu bilmekte ve görmektedir.
12 Eylül darbeci paşaları seçime girecek adayları doğrudan veto ediyordu! İstibdad yargıyı kullanıyor!
Dünya kamuoyu da bu olayı “Erdoğan en büyük siyasi rakibini gözaltına aldı” diye duymuş ve algılamıştır. Bu algı gerçekle de örtüşmektedir. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç konuyla ilgili yaptığı açıklamada soruşturmayı “Erdoğan’la ilişkilendirmek hadsizliktir” derken onu tekzip eden ise Erdoğan’ın kendisidir. Zira daha iki ay önce AKP Konya İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada Erdoğan, “turpun büyüğü heybede” sözleriyle, operasyonların İBB’ye ve İmamoğlu’na yöneleceğini ima etmiş, onun sözleri iktidar medyası tarafından ağız birliği edilerek aynı doğrultuda propaganda edilmiş, yani Erdoğan, Adalet Bakanı’nın iddiasının aksine tüm bu süreci en başından itibaren üstlenmiştir. İktidarın da açıkça bir siyasi hamle olarak üstlendiği bu davaları hukuki açıdan tartışmanın ve tartıştırmanın bir anlamı yoktur. İstibdad rejimi, yargıyı ve kolluğu kullanarak, mirasçısı olduğu 12 Eylül darbesinin yönetim organı Milli Güvenlik Konseyi’nin 1983’te seçime girecek adayları veto etme yetkisine benzer bir uygulamayı hayata geçirmektedir. Böyle bir dayatmanın hiçbir meşruiyeti yoktur ve olamaz!
İstibdadın baskısı ve düzen muhalefetinin afyonu
İstibdad rejimi, yaptığı hamlenin meşruiyetten yoksun olduğunu herkesten çok bilmektedir. Dolayısıyla bu tutumun yaratacağını öngördüğü tepkiyi, yolları kapatarak, metro hatlarını keserek, her türlü gösteri ve basın açıklamasını yasaklayarak, halkın karşısına polis baskısı ve şiddetiyle çıkarak özetle fiili OHAL ilan ederek bastırmaya çalışmaktadır. Ancak istibdad salt baskı ile bu süreci yürütemeyeceğini de bilmektedir. Bu yüzden düzen muhalefetinin tüm zaaflarından sonuna kadar yararlanma yoluna gitmektedir. İstibdad önümüzdeki günlerde eylem ve etkinliklere yönelik polis baskısından daha çok sahtekarlık, ihale yolsuzlukları, hırsızlık iddiaları ile yüklenecek, haksız eylemine buradan devşirmeye çalışacaktır. Ekonomik krizin faturasını geniş işçi ve emekçi kitlelere yıkan ve bu sebeple kendi tabanı olarak gördüğü kitleler nezdinde dahi büyük itibar kaybeden iktidar cephesi, kendini hırsız müteahhitlerle, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenlerle, emperyalizmin adamlarıyla savaşıyormuş gibi göstermeye çalışacaktır.
Yapılan saldırıya “benim diplomama çökenler yarın da sizin malınıza, bankalardaki paranıza çökerler” diyerek mülk sahiplerinin duyarlılığına hitap ederek mukabele eden İmamoğlu istibdadın ekmeğine yağ sürmektedir. Yapılan saldırının ardından “hukuk olmayan yere yabancı yatırım gelmez” diyerek borsadaki düşüşten, döviz kurundaki yükselişten dem vuran CHP, tam da istibdadın istediği kulvarda koşmaktadır. TÜSİAD’dan CHP’ye uzanan bu sözde muhalefet ekseni istibdadın karşısında tuzla buz olmaya mahkûmdur. Sebebi açıktır. Patronlar baskıyı gördüklerinde kârlarını kurtarmak için baskıcı rejimle hemen uzlaşır. Uzlaşmıştır. Hukuk olmayan yere gelmez denen yabancı sermaye bu olanlardan tek bir sonuç çıkarır: O da uluslararası para babalarının Türkiye’de kiminle pazarlık ederek para kazanacağının belli olmasıdır. İmamoğlu hapiste diye emperyalist tefeciler bugün olduğu gibi yüksek faizin nimetlerinden yararlanmaktan vazgeçmez. Ya da yarın döviz kuru yükseldiğinde Varlık Fonu’ndaki kamu kaynaklarını ucuza yağmalamak için istibdad rejiminin kapısına geldiklerinde, Türkiye’de demokrasinin olmaması onların en son dert edecekleri şey olacaktır. Baskıcı rejimler en çok emperyalist yağmacıların işine yarar.
“Çalıyorlar ama çalışıyorlar” istibdadın şiarıdır, hürriyet saflarında yeri yoktur!
Balkanlarda, Kafkaslarda bizzat AKP’li üst düzey insanların diploma ticareti yapmak için kurulmasına önayak olduğu tabela üniversiteleri varken, bırakın herhangi bir adli soruşturmayı her yıl yayınlanan Sayıştay raporları milyarlık yolsuzlukları ayan beyan ortaya koyuyorken, İstibdadın has adamı Melih Gökçek’in Ankara’yı parsel parsel sattığını söyleyen AKP’nin kurucu âkil adamı Bülent Arınç’ın sözleri, Erdoğan’ın eski İBB başkanı Kadir Topbaş’ı aynı imalarla görevden alması hatırlardayken bu iktidarın kendini tüyü bitmemiş yetimin hakkının savunucusu göstermesinin iler tutar yanı yoktur elbette. Ama bu gerçeği ortaya koyarken düzen siyasetinin tuzağına düşmemek gerekir. Çalıyorlar ama çalışıyorlar sloganının hürriyet saflarında yeri yoktur.
Nihayet istibdadın saldırısına karşı düzen muhalefetinin arkasında dizilerek karşı koyulamaz. İstibdadın esas korkusu ne CHP’dir ne de İmamoğlu! Onları alt etmesini de, yanlarına almayı da, kendi oyunlarına ortak etmeyi de gayet iyi beceriyorlar. AKP OHAL ilan ederken Yenikapı’da el ele ona destek veren CHP idi. Mühürsüz oyları sineye çekerek istibdadın Anayasa değişikliğine yol veren CHP idi. “Adam kazandı” diyen CHP idi. Geçmişi bir yana bırakalım, bugün halen “biz içerde muhalefet, dışarıda Türkiye partisiyiz” diyerek istibdadın dış politikasına angaje olan CHP’dir. Tekfirci-mezhepçiler Suriye’de darbe yaptığında Erdoğan’dan önce Şam’a heyet gönderen İmamoğlu’nun kendisidir. CHP tüm baskılara rağmen, istibdadın gerici, mezhepçi, yayılmacı sözde açılımına desteğini kesmemektedir. CHP, İngiliz Mehmet’in işçi düşmanı Orta Vadeli Programı’nı Erdoğan’dan bile daha çok savunmaktadır.
Mal sahibi olan malıma çökerler diye korkan anlaşır! Alınterini savunanlar birleşirse kazanır!
CHP, istibdadın saldırısına karşı muhalefeti kendi arkasına dizmektedir. Sadece mitinglerde ülkenin sosyalist solunu, sendikalarını ve kitle örgütlerini CHP’nin sevk ve idaresine almakla yetinmemekte, Pazar günü yapılacak ön seçime “dayanışma sandığı” koyarak bunu kayıt altına almaya da çalışmaktadır. CHP üyeleri İmamoğlu’nun tek aday olduğu ön seçimde oy kullanacak. CHP’li olmayanlar ise dayanışma sandıklarında oy kullanacak. CHP safları sıklaştıkça dün olduğu gibi bugün de istibdada karşı hürriyet mücadelesinin en mücadeleci kesimleri düzen içi siyasetin kanallarında yozlaşmaktadır. Krizin ve yoksulluğun etkisiyle AKP-MHP’nin etki alanından çıkan işçi sınıfı ve yoksul halkın geniş kesimleri CHP’den yayılan patron siyasetinin kirli kokusunu duyar duymaz pasifize olmaktadır. Nihayet bugün istibdadın yaptığı operasyonlara karşı çıkmak ne kadar doğru ve gerekliyse, CHP’nin arkasına dizilmek de o kadar yanlıştır. Hürriyet mücadelesi istibdadın en zayıf olduğu yerde işçi sınıfının ve emekçi halkın bağrında mevzilenmeden kazanamaz. “Yarın benim malıma da çökerler” diyen burjuva, yedi göbek CHP’li de olsa malını korumak için istibdad ile uzlaşır. Hangi partiye oy vermiş olursa olsun, patronlar tarafından alınterine, emeğine, haklarına çökülen milyonlarca işçinin, emekçinin, köylünün ise tek çıkar yolu sermayeden, devletten ve emperyalizmden bağımsız şekilde örgütlenmek ve mücadele etmekte yatar.
Devrimci İşçi Partisi (DIP)