Cumhurbaşkanlığı ikinci tur oylaması ile sona eren seçim sürecine damgasını vuran gerçek, sınıf çelişkilerinin üstünün örtülmesi ve kimlik temelli saflaşmanın hâkim olmasıdır. Ekonomik krizin yakıcı şekilde yaşandığı, geniş kitlelerin hayat pahalılığı karşısında giderek yoksullaştığı bir süreçte Erdoğan ve müttefiklerinin dikkatlerin sınıfsal sorunlardan başka yerlere çekilmesinde çıkarı olduğu açıktır. Millet İttifakı etrafında kümelenen muhalefet de sermayenin sınıf çıkarlarına bağlı olduğu için istibdad cephesiyle aynı oyunu oynamıştır. Bundan avantaj sağlayan tabii ki istibdad cephesi olmuştur. Ancak Erdoğan’ın aldığı yüzde 52’lik oran ona oy veren kitlelerin tamamının mevcut yönetimden memnun olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Emekçi kitlelerin hatırı sayılır bir kesimi Erdoğan’ın karşısında kendi ekonomik sıkıntılarına derman olacak, politikalarını sermaye ve emperyalizm ile karşıtlık içinde ortaya koyan bir alternatif göremediği için 20 yıldır Erdoğan’a neden oy verdiyse o nedenden dolayı yine tercihini ondan yana yapmıştır.
Sopayla kazanılan seçim
Seçimlerde Erdoğan için gerçek bir zafer yoktur. Erdoğan sopalı seçimlerin galibidir. Anayasa’ya aykırı şekilde aday olduğu, yine kendi çıkarına uygun şekilde düzenlediği ve Anayasa’ya aykırı olarak yürürlüğe soktuğu seçim yasasıyla, kendi güdümündeki YSK’nın yönetiminde, AKP milletvekili adayı olan içişleri bakanının emrindeki silahlı güçlerin gözetiminde girdiği seçimlerde, ancak ikinci turda kazanabilmiştir. Tüm devlet olanaklarını kullanan, yargıyı kullanarak karşısına çıkacak adayın belirlenmesinde bile etkili olan, İmamoğlu’nu siyaset yasağı tehdidiyle, meclisin üçüncü partisi HDP’yi kapatma tehdidiyle manevra yeteneğinden yoksun bırakan, seçim sürecinin propaganda, oylama, sayım gibi her aşamasında her türlü baskıyı kullanan Erdoğan’ın partisi AKP’nin büyük oy kaybı yaşadığı unutulmamalıdır.
Seçimlerde Erdoğan’ın zafer kazandığına ilişkin yazılanlar yağcılıktan başka bir şey değildir. Erdoğan’ın zafer kazandığı falan yoktur. Ülke yarı yarıya bölünmüş bir görüntü vermekte, Erdoğan her defasında şu ya da bu yöntemle burun farkıyla sandıktan kazanarak çıkmaktadır. İş Erdoğan’ın bu burun farkı ile seçimi kazanmasının nedenine gelince, cevap berraktır: Bu bir “sopalı seçim”dir. Seçimin simgesi, Erzurum’da İmamoğlu mitinginde başı taşla yarıldığı için kanayan yavrudur.
Sopalı seçimin yanı sıra Erdoğan’ın galibiyetinde en önemli faktör Kılıçdaroğlu’nun ve onun arkasına dizilen politika, program ve ilkeden yoksun partilerin sefaletidir. Erdoğan’ın Anayasa’ya aykırı adaylığının sineye çekilmesiyle başlayan teslimiyetin seçmen listelerindeki şaibelere ve mükerrer oy kullanılmasına karşı alabildiğine pasif bir tutumla sonuçlanmasıdır. Yasadışı dayatmalara karşı “hodri meydan!” diye yüksek perdeden çıkışlar yapan Millet İttifakı pratikte ne sandıklara sahip çıkmış ne de mükerrer oyu engelleyebilecek parmak boyası gibi önlemleri uygulatabilmiş, sonunda meydanı büsbütün istibdad cephesine terk etmiştir.
Erdoğan’la şovenizmde, siyasal İslamcılıkta, emperyalizme ve sermayeye hizmette yarışan muhalefet
İktidarın “terörist” temalı demagojik söylemi, muhalefetin “terörist sensin” diyen aynı derecede demagojik cevabına galebe çalmıştır. Erdoğan’ın yanına aldığı faşistler ve siyasal İslamcılar, Kılıçdaroğlu’nun yanındakilere üstün gelmiştir. 14 Mayıs’tan önce yayınlanan son anketlerde Kılıçdaroğlu önde çıkınca borsa coşmuştur ama yerli ve yabancı tekelci sermaye yine tek ata oynamamış, 15 Mayıs’tan itibaren, Erdoğan’ın tekrar seçilmesini piyasa tabiriyle satın almaya başlamıştır. Erdoğan’a balkon konuşmasında “Uluslararası itibara sahip finans yönetimi” lafını söyletmiştir. Batı emperyalizmi, Millet İttifakı’nın Amerikan muhalefetine geniş bir destek vermişse de NATO’nun, ABD ve İngiliz emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Erdoğan’a açtığı krediyi derhal uzatmıştır. İngiltere’nin Erdoğan’ı ilk kutlayanlardan olması, ABD Başkanı Biden’ın Erdoğan’la birlikte çalışmayı dört gözle beklediğini açıklaması boşuna değildir. Erdoğan, karşısında emekçi halkın ezici çoğunluğuna hitap edebilen sermaye ve emperyalizm karşıtı bir siyasi odağın yokluğunda, sermaye ve emperyalizm yanlısı politikalarını rahatlıkla muhalefetin NATO’culuğu ve TÜSİAD’çılığının arkasında kamufle edebilmiş ve kazanmıştır.
Nihayet, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla oy almasında düşüşe geçmiş olan kitle desteğine yama için yanına aldığı Yeniden Refah gibi bir partinin rolünü küçümsememek gerekir: Erdoğan Kılıçdaroğlu’ndan dört puan fazla oy almıştır. Bunun 3 puanı Yeniden Refah’tan gelmektedir. Bu partinin İslamcılığın tarihi önderi Erbakan’ın mirasına sahip çıkar görünmesine rağmen ondan ne kadar daha gerici olduğu göz önüne alınırsa Erdoğan’ın galibiyetinin (hele Hüda Par da göz önüne alınırsa) daha da büyük bir gericileşmeye tekabül ettiği anlaşılır. Bu gelişmeye Kılıçdaroğlu’nun, Davutoğlu, Babacan ve Karamollaoğlu’nu baş tacı ederek siyasal İslamcı akımı siyasetin merkezine taşıması zemin hazırlamış ve bu politikası da siyasal İslam alanının asıl sahibi konumundaki Erdoğan’a bu alanı konsolide etmesinde katkı sunmuştur.
Biz ne yüzde 48’iz ne de yüzde 52! Biz yüzde 99’uz!
Türkiye’nin yüzde 52’ye 48 oranında bölündüğüne dair yapılan değerlendirmeler yanlıştır ve yanıltıcıdır. Gerçekte bölünme toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi, yoksul ve ezilen halkla sömürücü azınlık arasındadır. Bu gerçeği ıskalamak, gelecek için “toplumun yarısı değişim istedi” demek, düzen siyasetine teslim olmak demektir. Hayır, değişim isteği çok daha yüksektir. Ekmek ve hürriyetten yana bir değişimde çıkarı olanlar toplumun çok daha büyük bir kesimidir. Türkiye’nin geleceğini belirleyecek denklem yüzde 52’ye 48 değil, sömürücü yüzde 1’e karşı emekçi ve yoksul yüzde 99’dur. Yüzde 99’u oluşturan kitleleri birleştirebilecek tek siyaset ise sınıf siyasetedir. Sınıf siyaseti burjuva siyasetinin liderlerine ve partilerine karşı uzlaşmaz bir tutumu gerektirirken, bu partilerin seçmeni olan işçi, emekçi, yoksul insanları ikna etmek ve kazanmak için sabır ve sebatla çalışmaktan başka yol yoktur.
Hürriyet için samimi ve coşkulu bir şekilde Kılıçdaroğlu’na destek verenlerin içinde ciddi bir kesim, sırf Erdoğan’ı sandıkta yenmek gayesiyle Millet İttifakı’na üşüşmüş, düzen partilerine karşı alabildiğine hoşgörülü yaklaşırken Cumhur İttifakı’nın yine çoğunluğunu işçi ve emekçilerin oluşturduğu seçmen kitlesini hor görerek büyük bir hataya düşmüştür. Deprem bölgesinde Erdoğan’a fazla oy çıktığı için depremzedelere yapılan hakaretler bu yanlış tutumun en uç ve yozlaşmış ifadesi olmuştur. Sosyalistler bu yanlışa düşmeyecek ve geniş kitleleri de bu yanlıştan uzak tutacak yegâne güçtür. Ancak sosyalistlerin çoğunluğu da sınıf politikasından koparak halkı doğru bir çizgiye ikna etmek yerine kendisi savrulmuştur.
Burjuvazinin Millet İttifakı’na yedeklenen sosyalist hareketin iflası
Sosyalist hareket bu süreçte çok kötü bir sınav vermiştir. Demokrasi için burjuvaziye öncü rol verme ve destek sunmaya dayanan burjuva kuyrukçuluğu sosyalistlerin hâkim yönelişi olmuştur. Bu doğrultuda “Tek adam rejimine son vermek” gerekçesiyle Kılıçdaroğlu’na açık çek veren sosyalist parti ve örgütler siyaseten en baştan iflas bayrağını çekmiştir. Bir kez Kılıçdaroğlu’na açık çek verdikten sonra sosyalist fikirler ve politikalar savunmak çelişkili hale gelmiştir. Zira mevcut sistemde Cumhurbaşkanı yürütmenin başı ve hükümetin kurucusu olarak seçilmektedir. Yani Cumhurbaşkanı adayına verilen oy, o adayın programına da güven oyu vermek anlamına gelmektedir. Millet İttifakı’nın NATO’yu demokrasinin güvencesi olarak nitelendirecek, kıdem tazminatına göz dikecek, TÜSİAD’ın kemer sıkma dayatan faiz, para ve maliye politikalarını savunacak kadar açıkça hatta azgınca emperyalizm ve sermaye yanlısı olan programına sosyalistlerin çoğunluğu güven oyu vermiştir. Bu politikanın bir parçası olarak aynı sosyalistler tüm seçim dönemi boyunca işçi sınıfının geçiş taleplerini içeren bir programın gerçekçi olmadığını, sosyalizmin bir çözüm olmadığını vazetmişlerdir. Sınıf düşmanının sosyalizm aleyhindeki hiçbir propaganda faaliyeti sosyalistlerin bu aymazca teslimiyeti kadar etkili olamazdı.
Apolitik suskunluk ve koşulsuz destek
Millet İttifakı’na açık çek ve güven oyu verdikten sonra bazı eleştirel cümleler sarf etmenin, Millet İttifakı’nın kapsayamadığı kesimleri kapsama iddiasında bulunmanın da hiçbir kıymeti yoktur. Zira Kılıçdaroğlu ne yaparsa yapsın ne adım atarsa atsın sosyalistlerin desteğinin süreceğini bilerek hareket etmiştir. Kürt hareketi de benzer bir tutum sergilemiştir. Bu güya “sorumlu” tutum, en büyük sorumsuzluk örneğidir. Birinci turda meclisin CHP’nin taşıdığı siyasal İslamcı ve faşistlerin de eklendiği aşırı sağ bir yapı kazanmasına yola açmıştır. Kılıçdaroğlu daha da ileri gitmiş, sosyalist soldan ve Kürt hareketinden aldığı açık çekle işi, bilhassa ikinci turda seçim propagandasını göçmen ve Kürt düşmanı faşist bir kampanyaya dönüştürmeye kadar vardırmıştır. Sosyalistlerin ve Kürt hareketinin Kılıçdaroğlu’na oy kaybettirmemek uğruna izlediği apolitik suskunluk ve koşulsuz destek politikası, karşıtına dönüşerek özellikle Kürtler nezdinde oy kaybına yol açmıştır. Yani “tek adam rejiminden kurtulmak” için sosyalizmden vazgeçenler sonunda istemeden de olsa karşı oldukları rejimin en çok işine gelen şekilde davranmıştır.
Gelecekte istikrar yok krizler var! Ekonomide yaklaşan çöküntü her alana damga vuracak!
Seçimlerden doğru dersler çıkararak bizleri bekleyen mücadelelere hazırlanmak zorundayız. Erdoğan’ın galibiyeti ne rejime ne de sermaye düzenine istikrar getirebilir. Seçim ekonomisi ekonomiyi finansal bir çöküş olmadan 28 Mayıs’a taşımışsa da ardından büyük bir fatura bırakmıştır. Devasa bir dış borç batağı, dizginlenemeyen enflasyon, giderek büyüyen cari açık ve bütçe açığı, Merkez Bankası net rezervlerinin eksiye düştüğü bir ortamda ekonomiyi sürekli ve büyük miktarlarda dış finansmana bağımlı kılmış durumdadır. Delik körfezin depoladığı paralarla, Rusya’nın ertelediği doğalgaz borçlarıyla kapatılamayacak kadar büyüktür. Erdoğan er ya da geç dış finansman ihtiyacı için Londra’nın Frankfurt’un New York’un kapısına gidecektir. Tüm bunlar istibdadın derinleşen krizini ekonomik alanda işçi sınıfına fatura ederek dış siyasette ise emperyalizmin taşeronluğuna soyunarak aşmaya yönelmesi anlamına gelecektir.
Vatan, millet edebiyatıyla emekçi halkı soymaya, mehter marşıyla emperyalizme hizmet etmeye devam!
Biden’ın dört gözle beklediği Erdoğan’ın dolar için kapısına gelişidir. NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı dünyanın dört bir yanında topladığı paralı askerleriyle ve Nazi taşeronlarıyla hazırladığı saldırı, Amerikan-İngiliz-Japon emperyalist ekseninde Çin’i hedef alan abluka, İran’a karşı İsrail-Azerbaycan ekseninin giderek somutlaşması Erdoğan’ın güttüğü sözde denge politikasının maskesini er ya da geç düşürecektir. Ekonomiyi dolara mahkûm eden Erdoğan er ya da geç doların gerçek sahibine teslim olacaktır. Bu sayede Biden F-16'ları vermek, Kuzey Irak’ta PKK’ye karşı Barzani ile Erdoğan eksenini desteklemeyi sürdürmek, Suriye’de PYD’ye karşı yeni gösteri harekatlarına alan açmak ve bazı başka tavizler karşılığında Erdoğan’ı NATO’nun en tehlikeli cephelerine asker yazmaya hazırlanmaktadır.
İstibdad cephesi ekonomik krizin faturasını işçi sınıfına ödetirken de emperyalizme en kritik hizmetleri sunarken de suçunu gizlemek ve kitleleri kandırmak için her türlü milliyetçi, şoven, mezhepçi demagojiyi devreye sokacaktır. Erdoğan’ın balkon konuşmasında kitleye Selahattin Demirtaş’a idam sloganları attırması bir işarettir. Türk-İş başkanı işçi sınıfı haini, sendika ağası Ergün Atalay’ın “vatan olmazsa sendika da olmaz” söylemi, işçi sınıfına ödetilecek faturalara hangi kılıfın geçirileceğini bize göstermektedir. Yine sırf Erdoğan’ı yenmek için yol verilen faşist göçmen düşmanlığı, yarın işçi sınıfının öfkesini sermayeden ve emperyalizmden uzaklaştırmak için devreye sokulacaktır.
“Tek adam”ın yıkıcı değil “yapıcı muhalefeti”
Millet İttifakı’na sarılanlar çok kısa zamanda, “tek adam rejimine son vermek” için destekledikleri bu ittifakın liderlerini “tek adam” Erdoğan’a emperyalizmin ve büyük sermayenin taleplerinin gereğini yapması için “yapıcı muhalefet” yaparken göreceklerdir. Meral Akşener ve Ali Babacan seçim gecesi daha resmî sonuçlar dahi netleşmeden hemen pozisyonlarını almıştır. Kılıçdaroğlu, eğer başarabilirse CHP içinde koltuğunu sağlama alır almaz arkalarından gelecektir. Bu kimilerini halen şaşırtabilir ama artık tüm olan bitenden sonra şaşırtmamalıdır. Uzun süre Abdullah Gül’ü aday olarak muhalefete pazarlamak için çalışan Kılıçdaroğlu, Altılı Masa’dan kendisini aday olarak çıkartırken siyasal İslamcı Gelecek, Deva, Saadet üçlüsüne Gül’ün hayal dahi edemeyeceği milletvekili sayılarını sağlamıştır. Pek çokları ondan parlamenter sisteme geçiş umarken halihazırda cumhuriyet tarihinin en gerici parlamentolarından birinin oluşmasına ön ayak olmuştur. AKP’ye ve Erdoğan’a yönelik “yapıcı muhalefet” pozisyonuna geçmesi, yeni “Anayasa’ya aykırı ama evet” vakaları yaratması an meselesidir. Yeter ki emperyalizmin ve sermayenin çıkarları bunu gerektirsin.
Tek yol sınıf siyaseti
Yani düzen siyaseti bir sonraki yerel seçimlere giderken farklı bir tablo sunmayacaktır. Taraflar muhtemel yeni ittifak bileşenleriyle ama siyaseti sınıf çelişkilerinden kaçıracak, emperyalizmi gündem dışı bırakacaktır. Emekçi halk kimlik temelli, mezhepçi, ırkçı kışkırtmalarla bölünecektir. Emperyalizmden, sermayeden, devletten bağımsız bir işçi sınıfı siyasetine, şovenizme, ırkçılığa ve mezhepçiliğe karşı halkların kardeşliğinin tavizsiz savunulmasına ihtiyaç yine ekmek ve su kadar hayati olacaktır. Düzen siyasetinden ne kadar çok ilerici güç ne kadar çabuk koparsa sınıf siyasetini belirleyici hale getirmek o kadar mümkün olacaktır. Devrimci İşçi Partisi bu doğrultuda tüm sosyalistleri, işçi sınıfının öncülerini, hürriyet kavgasına gönül ve emek veren insanları emperyalizme, sermayeye ve istibdada karşı birlikte mücadele etmeye çağırmaktadır.
Sayısız sosyalist eğilimli insan, yüreği emekçilerin yanında atan yüz binler, bu seçimde solun izlediği politika dolayısıyla burjuvazinin temsilcilerinden birinin peşine takılmış oldu. Devrimci İşçi Partisi’nin söylediği doğrular onlara zaman zaman gerçeklerden uzak göründü. Bunda elbette Erdoğan’ın 21 yıllık yönetiminin ve istibdad rejiminin yarattığı bunalmanın, bu kâbustan kolay yoldan kurtulma derdine düşmenin etkisi de vardı. Kolay yoldan kurtuluş yoktur! Bizim çağrımız açıktır: On binlerce sosyalisti, yüz binlerce yüreği emekçilerle atan insanı burjuvazinin politik manevralarının dehlizlerinden kurtulup ışığa çıkmaya, fabrikalarda, tersanelerde, her sektörde bizimle birlikte işçilerle buluşmaya davet ediyoruz. Mücadeleye davet ediyoruz. Bu bir kavransın, gerisini anlatmak da bizim görevimizdir!
Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi
29 Mayıs 2023