Fransa’nın çok beklenen seçimleri dün bir yorumcunun ifadesiyle “ülke tarihinin en sürpriz seçim sonuçları” ile bitti. İkinci turdan önce, herkes Marine Le Pen-Jordan Bardella ikilisinin ön-faşist Rassemblement National (RN) partisinin (Ulusal Derleniş) ilk turdaki zaferini perçinleyeceğini beklerken, sorulan soru sadece “mutlak çoğunluğu elde edecek mi yoksa yalnızca birinci parti mi olacak?” olurken, RN seçimden üçüncü sırada çıktı (sandalye sayısı 143 olarak hesaplanıyor). Birinci sırayı Nouveau Front Populaire (Yeni Halk Cephesi) olarak anılan sol cephe 182 sandalye ile aldı. Cumhurbaşkanı Macron’un destekçisi Ensemble (Birlikte) ittifakı ise 168 sandalye ile ikinci sıraya yerleşti.
Bu üç ana bloka bir de Les Républicains (LR-Cumhuriyetçiler) adını taşıyan, de Gaulle’ün geleneğinden gelen merkez sağın aldığı 46 milletvekilini eklemek gerekir. Hatırlanacağı gibi, bu partinin seçimler öncesinde başkanı olan Eric Ciotti, seçimde Marine Le Pen’in partisi ile ittifak yapacağını açıklamıştı. Bunun üzerine, İtalya, İspanya ve Kuzey ülkelerinden (İsveç ve Finlandiya) sonra Fransa’da da “cordon sanitaire” (siyasi karantina diye çevrilebilir) adı verilen ve faşist partilerin, merkez sağ da dâhil olmak üzere diğer partiler tarafından yalıtılmasını öngören politikanın çöktüğü yorumları yapılmıştı. Ne var ki, Ciotti’nin bu dönüşü partisinin bir kanadı tarafından reddedildi. Parti bu yüzden bölündü. Öyle görünüyor ki, LR seçmeninin çok büyük kısmı eski politik çizgide kalmıştır. LR bu sayede 46 milletvekili seçtirmeyi başarmış bulunuyor.
RN mutlak çoğunluğu elde etseydi, 28 yaşındaki genç lideri Bardella bir ihtimal başbakan olacaktı. Şimdi ise kimin ülkenin başına geçeceği herkes için muamma. Elbette Fransa 5. Cumhuriyeti’nin “yarı-başkanlık” sisteminde başbakanı Macron atayacak ama onun da meclis bileşimini göz önüne almadan keyfi bir karar vermesi söz konusu değil. Çünkü sonuçta bu tür bir keyfi karar atanan başbakanın meclisten güvenoyu alamamasına yol açar. Az çok eşit siyasi ağırlık taşıyan üç siyasi bloka bölünmüş Fransa’da yakın gelecek bu yüzden büyük bir belirsizlik taşıyor. “Hükümet edilemezlik”ten söz edenler bile var. Dikkat: “Yakın gelecek” dedik. Neden böyle dediğimiz aşağıda açıklığa kavuşacak.
Bu sürpriz neden?
Uzmanlar “çok büyük sürpriz” dediklerine göre öyledir. Ama aslında işin biraz somutuna girince ortada seçmenin yarattığı bir sürprizden değil, Fransa’nın seçim sisteminin bir sonucundan söz etmek gerektiği ortaya çıkıyor. Seçim sistemleri her ülkede parti sistemlerine ağır bir damga vurur. Örneğin Britanya’nın tek turlu dar bölge sisteminde seçmen genellikle küçük ve yeni partilerden uzak durur zira küçük partilerin her dar bölgede bir ölçüde oy almakla birlikte milletvekili çıkarması olasılığı işin doğası gereği düşüktür. Mesela bir parti geniş bölge sisteminde yüzde 15 oy alsa mutlaka mecliste hatırı sayılır miktarda sandalye kazanır. Okuyucumuz bunu Türkiye deneyiminden doğrulayabilir. Ama Britanya’da ırkçı-faşizan, Trump’ın adamı Nigel Farage daha geçen hafta yapılan seçimde tam da o civarda oy aldığı halde 700’e yakın sandalyesi olan mecliste sadece 4 milletvekili çıkarabilmiştir!
Fransa’nın seçim sistemi de dar bölgeye dayalıdır ama Britanya’nınkinden farklı olarak iki turludur. Bu sistem ise kaçınılmaz olarak taktik oy verme tekniklerinin incelmesi ile ve tekil bölgelerde ya da ülke çapında ittifakların yaygınlaşmasıyla sonuçlanır. Aslında yüzde 12,5 üzerinde oy alan her aday ikinci turda yarışma hakkına sahiptir ama bu ender olarak olur. Adaylar çoğunlukla en çok oy alan iki adayın kendilerine yakın olanı lehine seçimden çekilir. İdeolojik bakımdan sert çizgilere sahip partilere ikinci turda öteki parti taraftarları kolay kolay oy vermeyeceği için bu sistem onların aleyhine işler. Ayrıca, bu durum bütün partilerin ve halkın bilincinde yer etmiş olduğu için daha seçimin birinci turundan önce bile seçim cepheleri kurulması yaygın olarak görülür.
Bu seçimde Fransa’da bunların her ikisi de olmuştur. Seçim öncesinde, faşizmin hükümeti ele geçirme tehdidinin ciddiyeti karşısında dört sol parti 24 saatten kısa süre içinde Yeni Halk Cephesi’ni kurmuştur. Bunların (bazı sürtüşmelerin yaşandığı istisnalar dışında) her dar bölgede ortak adaylar belirlemiş olmaları, Yeni Halk Cephesi’nin ilk turdan itibaren ülkenin ikinci büyük siyasi gücü olarak sivrilmesini sağlamıştır (RN’in yüzde 33,5’ine karşılık bu cephe ilk turda yüzde 29’a yakın oy toplamıştır). Ardından ikinci turda yukarıda sözü edilen ikinci mekanizma harekete geçmiştir: İkinci turda sadece dört sol parti birbirinin önde gelen adayına oy vermemiştir. Macroncular ile Yeni Halk Cephesi adayları çok sayıda dar bölgede (yüzde 12,5 üzerinde oy aldıkları ve dolayısıyla ikinci turda yarışa devam etme hakkına sahip oldukları halde) birbirleri lehine seçimden çekmişlerdir. Yeni Halk Cephesi, RN’in adayına karşı başka bir aday kazansın diye 134 adayını seçimden çekmiştir. İlk turda aldığı oy Yeni Halk Cephesi’nden daha düşük olan Macron cephesi de 80 adayını aynı amaçla çekmiştir. Fransa parlamentosunda sandalye sayısının 577 olduğu göz önüne alınırsa bu ikisinin toplamı olan 214 bölgenin seçim sonucu üzerinde belirleyici bir etki yaratmış olduğunu anlamak kolaydır.
Bu siyasi davranışın söz konusu iki grubun seçmeni açısından çok zor vicdani bir karar gerektirdiğini izah etmek gerekmez. Sorunu Yeni Halk Cephesi’nin inançlı taraftarları açısından düşünelim. Başta bu partiler arasında tartışmasız en sol parti olan La France Insoumise (LFI - Boyun Eğmeyen Fransa) olmak üzere, soldan sağa doğru gidersek Fransız Komünist Partisi, Yeşiller ve Sosyalist Parti seçmenlerinin (bu son üçü söz konusu olduğunda yöneticilerden daha çok seçmenler için) “zenginlerin cumhurbaşkanı” küstah Macron’u destekleyen ittifaka oy vermesi gerçekten son derecede büyük fedakârlık isteyen bir şeydir. Tersinden bakıldığında, Macron taraftarlarının özellikle içinde Boyun Eğmeyen Fransa’nın yer aldığı Yeni Halk Cephesi’ne oy vermesi ancak zar zor yapılabilecek bir şeydir.
Şimdi buna sonunda 46 milletvekili seçtirmeyi başarmış olduğuna göre hesaba katılması gereken Cumhuriyetçiler (LR) seçmenlerini ekleyin. Bunlar her Pazar kiliseye giden, çevre sorunlarına, eşcinsellere ve transların haklarına, göçmen sorununa bakışlarında sola düşman insanlardır. Onlar nasılsa partileri de öyledir. LR ile diğer partiler arasında “lehte seçimden çekilme” (désistement) konusunda anlaşma oldu mu, bu konuda Pazartesi günü akşam üstüne kadar okuduğumuz ya da dinlediğimiz hiçbir kaynakta bilgi görmediğimiz için bunu bir kenara koyuyoruz. Sadece LR söz konusu olduğunda Yeni Halk Cephesi seçmenleri ile LR seçmenleri arasında basbayağı bir uçurumdan söz etmek gerekir, bunu hatırlatıyoruz.
İşte bütün bunlardan dolayıdır ki, ikinci turun sürprizini açıklayan bu siyasi davranış kalıbıdır. Fransa’da ön-faşizmin hükümeti ele geçirmesini engelleyen, bu “Burnunu tutarak oy verenler cephesi”nin kurulabilmiş olmasıdır!
Katılım oranı tartışması
Fransa’da RN’in başarı kazandığı bazı seçimlerden sonra “katılım oranı düşüktü” argümanı ileri sürülür. Bunun en önemli nedeni halkın sert ideolojik kabuğa sahip partilere Avrupa Parlamentosu seçimlerinde daha kolay oy vermesidir. (RN bugüne kadar sadece iki seçimde birinci parti olmuştu: Bunlar 2019 ve 2024 Avrupa Parlamentosu seçimleridir). Bu parlamento “gevezeler kulübü” imgesine en uygun işlevsiz bir parlamento olduğu için halk aşırı partilere oy vermenin maliyetinin, yani yaratacağı riskin daha düşük olduğunu hesaplayarak protesto oyunu daha kolay kullanır. Avrupa Parlamentosu’nun “lüzumsuz işler dairesi” olması aynı zamanda o seçimlerde katılım oranının ortalamadan daha düşük olmasına yol açtığı için (yüzde 50 dolayında) birçok yorumcu “katılım düşük, RN taraftarı daha militan, o yüzden onun oyu daha yüksek” derdi.
Son dönemde gelişmeler bu akıl yürütmenin geçerliliğine halel getirdi. Önce diğer seçimlerde de katılım AP seçimleri düzeyine düştü: 2022 seçimleri açıkça böyledir. Ama bugün tartıştığımız konu açısından daha da önemlisi, RN ilk kez katılımın nispeten yüksek olduğu (yüzde 66,5) bir seçimde (bu genel seçimin ilk turu) birinci oldu! Yani artık eski argümanın (“RN kazanıyor çünkü katılım düşük” argümanının) geçerli olmadığı anlaşıldı.
Peki, katılımın 9 Haziran’daki AP seçiminden 30 Haziran genel seçimlerine yüzde 50’den yüzde 67’ye yükselmesi hiç mi fark etmedi? Etmiş olmalı. Katılım oranı aynı kalsaydı, RN’in ilk turda muhtemelen yüzde 40’a yakın oy alacağını öngördüğümüzü bir tvitte ifade etmiştik. Zira RN’in yüzde 31,5 oranını tutturduğu AP seçimine başka faşist partiler de katılmıştı. Diğer önemli faşist aday Eric Zemmour’un Reconquête (Yeniden Fetih) partisinin adayı (Marine Le Pen’in kendisinden uzaklaşmış olan yeğeni Marion Maréchal’in şahsında) yüzde 5,5 oy almıştı. RN’den ayrılma bir parti olan Les Patriotes (Yurtseverler) ise (lideri Florian Philippot) yüzde 1. Bu seçmenlerin, faşizm için doğmuş olan büyük tarihî fırsat bağlamında genel seçimlerde Marine Le Pen-Bardella ekibine oy vermesi kolaylıkla beklenebilirdi. Zaten Marion Maréchal (ama Zemmour değil) desteğini açıkça ilan etmişti. Bu destekle birlikte yüzde 38’e ulaşmak mümkün görünüyordu. Nihayet, Cumhuriyetçiler’in bölünmesinden sonra Ciotti taraftarlarının elde edebileceği oran da katıldığında oranın yüzde 40 olabileceği beklenebilirdi. Ama RN genel seçimlerde ilk turdaki oyunu Avrupa seçimlerine göre iki yüzde puanı arttırmakla birlikte sadece yüzde 33,5 alabildi. Bu sınırlı artışın en önemli nedeni muhtemelen katılımdaki artıştır.
Bu doğru olmakla birlikte ikinci turu açıklayan bu olamaz. Neden? Zira iki tur arasında katılım oranı ihmal edilebilir bir fark göstermiş, yüzde 66,5’ten yüzde 67’nin pek az üstüne çıkmıştır. Ama ilk turda RN, herkesin hemfikir olduğu üzere, büyük bir zafer elde etmiş, Fransa’nın bir Avrupa Parlamentosu seçiminde değil bir genel seçiminde birinci partisi haline gelmiştir. Ne var ki, ikinci turda oy oranı bakımından değil ama meclise girebilen milletvekili sayısı olarak üçüncü güç haline düşmüştür. Katılım oranı sabitken bir laboratuvar vak’ası gibi ortaya çıkan bu büyük fark, meselenin katılım oranı ile değil, kurulan ittifaklarla ilgili olduğunu kanıtlamaktadır.
(Burada bir parantez açarak “üçüncü partisi” demediğimize, “üçüncü güç” dediğimize dikkatinizi çekeriz. RN her halükârda şu anda bile Fransa’nin muhtemelen hâlâ birinci partisidir. Neden? Çünkü karşısındaki iki güç birer parti değil birer ittifaktır. Yeni Halk Cephesi’nde dört tane parti yere almıştır. Macron’un Ensemble’ı da kendi partisi Renaissance Yeniden Doğuş) dışında başka partilerle yapılmış bir ittifaktır. RN ise ikinci turda muhtemelen Ciotti’nin pek düşük oy oranı dolayısıyla esas olarak kendi oylarını almıştır. Burada bilinmez, Marion Maréchal’in ne kadar oy getirmiş olduğudur. Zemmour bu ittifaka karşı çıktığından dolayı yüzde 5,5’in tamamının RN’e aktığını düşünmek için bir neden yoktur.)
Sol bu büyük başarıyı nasıl elde etti?
Sürprizi açıkladık. Marine Le Pen’in partisinin neden hükümeti kurma görevini ele geçiremediğini böylece açıklamış olduk. Ama açıklanması gereken başka bir şey daha var: Sol cephenin bu kadar büyük bir zafer kazanmasının nedenleri nedir? Yılardır faşizmin yükselmekte olduğu, iktidara aday haline geldiği bir toplumda solun bu (görünürde) “ani” yükselişi nereden çıktı? Ve buna bağlı olarak bu büyük güç gelecek için ne anlama geliyor?
İlk sorunun yalın bir cevabı vardır: Fransa 2016’dan bu yana, sınıf mücadelelerinin en yüksek düzeyde olduğu Avrupa ülkesidir. Sol, bu sayede böylesine büyük seçim başarısı kazanabilen bir cephe kurabilmiş ve seçimlerden böylesine başarıyla çıkabilmiştir. Burjuva yorumcular ve onların hınk deyicisi gibi çalışan post-Leninist aydınlar Fransa’da sadece popülizm edebiyatıyla faşizmin yükselişini gizlemediler, aynı zamanda bu ülkede sınıf mücadelelerinin ne kadar yüksek bir düzeyde seyretmekte olduğuna ilişkin herhangi bir işaret vermekten kaçındılar. Postmodernistleri, sol liberalleri, post-Leninistleri kendine rehber yapan sol hareketler ve kitleler bir alacakaranlıkta yaşamayı önceden kabul etmişler demektir,
2016’da Sosyalist Partili cumhurbaşkanı François Hollande yönetiminde gündeme getirilen İş Yasası, ülkede dev mücadeleler doğurdu. Biz bunun önemini başından itibaren vurguladık. Bu canlanmanın sonucunda 2017 cumhurbaşkanı seçiminin Macron ile Le Pen’in karşı karşıya geldiği ikinci turunda, araştırmalara göre, işçilerin üçte ikisi sandıktan uzak durdu. Bu olayı, 2018-2019 yıllarında küçük burjuvazinin yoksul katmanlarıyla proletaryanın örgütsüz kesimlerinin bir araya geldiği Sarı Yelekliler hareketinin sarsıcı eylemleri izledi. Sarı Yelekliler sonrasında da birçok grev ve eylem Fransa’nın gündeminde sınıf mücadelelerinin önemli yer tutmasını sağladı. Ama 2023 yılında bütün bahar boyunca ülkenin dört bir yanında yüz binlerin, milyonların emeklilik yaşının yükseltilmesi yasa tasarısına karşı aylarca sokaklarda mücadele etmesi, mücadelelerin tansiyonunu doruğa çıkarıyordu. Bu olaylar zincirine ilişkin yazmış olduğumuz “Fransa’da ‘Mezarda Emeklilik’ Mücadelesi Üzerine 22 Tez” başlıklı yazımız bütün bu gelişmelerin Fransa’yı nasıl Avrupa’nın sınıf mücadeleleri merkezi haline getirdiğini vurguluyordu.
Bu gelişmeden sonra bir de 2023’ün Temmuz ayında genç bir Arap göçmen ailenin çocuğu kontrol sırasında polis tarafından öldürülünce yoksul göçmen ailelerin çocuklarının bütün Fransa’da ayağa kalkması dolayısıyla yaşanan ve bu katmanları da hareketlendiren olayları saymamız önem taşır. Yoldaşımız Hasan Refik’in bu konudaki yazı dizisibunun önemini ortaya koyuyordu.
Öyleyse, şu berrak sonuca kolaylıkla ulaşabiliriz: Solun hızla bir cephe kurabilmesinin ve daha da önemlisi halktan çok yüksek destek görmesinin ardında işçi sınıfının ve onun etrafında kümelenen katmanların (kamu emekçileri, varoşların halkı, göçmen kökenli proleter ve yarı-proleterler, öğrenciler, aydınlar, modern küçük burjuva ve eğitimli yarı-proleter katmanlar vb.) on yıla yakın süredir ama en çok 2023’te büyük mücadelelerin okulundan geçmiş olması yatmaktadır.
Demek ki, burada seçimler dolayısıyla ortaya çıkan bir canlanma değil, hayatın içindeki büyük mücadelelerden süzülüp gelen bir ruh durumu ve bilinç söz konusudur. Seçimler bunun sadece işaretidir. Faşizmin önünü şimdilik kapatan seçim değildir, Fransa işçi ve emekçilerinin birikimi ve mücadele azmidir.
Başbakan kim olmaz, kim olur?
5. Cumhuriyet’in yarı-başkanlık sisteminde yürütmenin başı (cumhurbaşkanı) ile yasamanın (yani başbakana güvenoyu vermesi beklenen meclisin) ayrı seçimlerde, bazen de (şimdi olduğu gibi) bütünüyle farklı zamanlarda belirlenmesi dolayısıyla Fransa’da zaman zaman cumhurbaşkanı ile başbakan (dolayısıyla hükümet) ayrı siyasi kamplardan olabiliyor. Fransızlar buna “cohabitation” (aynı evde oturma) diyorlar. (Bunun koalisyondan farkı açık. Burada zorunlu ortak ikamet var. Partnerinizi seçemiyorsunuz bile.) Şimdi en çok beklenen muhtemelen böyle bir “ev paylaşımı”. Macron’un başbakanlığı kendi partisinden ya da onun içinde bulunduğu “Ensemble” ittifakından birine vermesi parlamenter sistemin bütün adabına aykırı bir tutum olur ve mutlaka güvensizlik oyuna yol açar. Yeni Halk Cephesi bileşenleri, başbakanlığın kesin olarak kendilerine verilmesini bekliyorlar. Üstelik, Yeşiller’in başkanı, tesadüf bu ya Marine Le Pen’in de adaşı, Marine Tondelier Macron’un Cephe’nin vereceği adı başbakan ataması gerektiğini söyleyerek beklenti çıtasını yükseltti. Yani “bizi birbirimize karşı oynayamazsın” diyor. Öyle ya da böyle, açık ya da kapılar arkasında danışma yoluyla ya da başka türlü, ilk başbakan adayının hiç olmazsa bir ilk aşamada Cephe’den olması gerekiyor. Tabii, Cephe başbakan adayını belirlerken kendi içinde birbirine düşmez ve bölünmezse!
Bu konuyu şimdiden iki uç örnekle deşmek yararlı. Dikkatli okuyucu, bu bölümün başlığında normal sırayla “kim olur, kim olmaz?” yazılmadığını, “kim olmaz, kim olur?” yazıldığını fark etmiştir. Çünkü aslında işin gerçeği, Cephe’den gösterilecek aday konusunun özü şu sorudur: Boyun Eğmeyen Fransa’nın, yani LFI’nin önderi, son cumhurbaşkanı seçimlerinde (2022) pek az arayla Marine Le Pen’in ardından üçüncü olan, yani az kaldı ikinci tura kalıp Macron ile yarışacak olan Jean-Luc Mélenchon başbakan olarak atanacak mıdır atanmayacak mıdır? Cephe’yi paramparça edebilecek olan soru budur. Macron da bu zaafa oynayacaktır.
Neden böyledir? Çünkü Mélenchon Fransız burjuvazisinin kâbusu olan bir radikal reformisttir. Genel seçim yaklaşırken Macron’dan bütün sağcı burjuva basınına kadar düzen borazanlarının “aşırı sağ”ın karşısına “aşırı sol” diye bir efsaneyi dikmelerinin nedeni Mélenchon’dur. Daha önce yazdığımız bir noktayı tekrarlayalım: Yeni Halk Cephesi’nde iki partinin işçi sınıfı ve emekçilerle ilişkisi yoktur. Tarihî sosyal demokrasinin örgütsel devamı olan Sosyalist Parti çoktan burjuvalaşmış, sosyo-kültürel anlamda (eşcinsellere ve translara haklar, her tür evliliğe onay, ekolojik duyarlılık, laik eğitim vb.) “liberal” ya da “ilerici” olmaktan öte hiçbir özelliği kalmamış bir burjuva partisidir. Esas olarak modern küçük burjuvazi ve eğitimli yarı-proletaryaya hitap eder. Yeşiller, kısmen köylülükten de destek alan ama esas olarak yine aynı kesimlere hitap eden, “yeşil dönüşüm”e öncelik veren bir zengin küçük burjuvazi partisidir. Geriye kalan iki partiden Fransız Komünist Partisi işçi sınıfının 20. yüzyıl boyunca ana partisi olmuştur. İnişlerle çıkışlarla, avro-komünizme bulaşmış olsa da İtalya ve İspanya partilerinden hâlâ belirli işçi havzalarında sınıfın bağrında olmak bakımından ayrılan bir partidir. Ama şimdiki yöneticisi Fabien Roussel düzene bütünüyle adapte olmuş bir profil çizmektedir. Son yılların sınıf mücadelelerinin en önemli epizotu olan “mezarda emeklilk”te gerici bir rol oynamıştır.
Fransız burjuvazisi bu partileri asla “aşırı sol” görmez. Zaten aralarından en büyüğü olan Sosyalist Parti, ta 1981’den bu yana kapitalist düzene hizmet etmiştir. Burjuvazinin (tercih ettiği olmasa da) mutemet partilerinden biridir. “Aşırı” olan tek unsur Mélenchon’un karizmatik önderliğinde yürüyen LFI’dir. Mélenchon’u yukarıda sözünü ettiğimiz “22 Tez” yazımızda özetle tanıtmıştık. O tanıtımı burada tekrar aktarmak doğru olacaktır:
“LFI reformist, Fransız milliyetçisi eğilimleri olan, sosyalizmi hiçbir zaman propaganda konusu yapmayan, tükendiğini söylediği Golist Beşinci Cumhuriyet yerine Altıncı Cumhuriyet temasını işleyen bir partidir. Bu parti konusunda devrimci Marksistlerin en ufak bir yanılsaması olmamalıdır. Ama partinin onu ilginç kılan birtakım özellikleri vardır. Mélenchon ve bazı çalışma arkadaşlarının, burjuvalaşmakta olduğu aşamada Sosyalist Parti’den kopması, kendi içinde önemlidir. LFI’nin hem Avrupa emperyalizmine (AB) hem de NATO’ya karşı hareket bağımsızlığını savunması, gerektiğinde ilkinden ekonomi politikası, ikincisinden dış politika bakımından kopma tehdidini ileri sürmesi, içinden geçtiğimiz dönemin genel özellikleri göz önüne alındığında (savaş ve ekonomik depresyon) önemlidir. Ama aynı derecede önemli olan başka bir nokta, LFI’nin nüfusun hangi kesimlerine ulaşabildiğidir. Birincisi, LFI, yüzünü çaresizlik içinde ön-faşizme dönmüş olan işçi sınıfının ve yoksulların oylarını sola geri getirebilmektedir. İkincisi ve en önemlisi göçmenleri ve göçmen kökenli (tabii bu arada Müslüman) Fransa vatandaşlarını, yani işçi sınıfının her geçen gün önemi artan kesimlerini diğer soldan, hatta bazı devrimci partilerden farklı olarak Macron-Darmanin ırkçılığına ve şiddetine karşı korumakta olduğudur. Bunlar arasından, oy hakkı olanların yaygın şekilde desteğine mazhar olmuştur (aynı şey Fransa’nın “denizaşırı” bölgeleri, yani hâlâ elinde tuttuğu sömürgeleri için de geçerlidir). LFI, ayrıca, seçimlerden [2022 cumhurbaşkanı seçimi kast ediliyor] sonra büyük bir inisiyatif alarak bütün bu parlamenter partilerin bir güç birliğini oluşturmuştur (NUPES – Yeni Ekolojik ve Sosyal Halk Birliği). Bu, mecliste sol partilere özellikle “mezarda emeklilik” yasası konusunda güç kazandırdığı gibi, mesela Sosyalist Parti’nin ya da Yeşillerin (EELV) bazı anlarda Macron karşısında yumuşamasına ve yalpalamasına engel olmuştur. LFI’nin milletvekilleri büyük kitle seferberliğinde de epey faal davranmışlardır.“
İşte başbakanın adı tartışması her şeyden önce Mélenchon’un adı tartışmasıdır. Mélenchon solun halk tarafından en çok tanınan adıdır. 2022 cumhurbaşkanı seçiminde solun son dönem ölçülerine göre büyük bir başarı kazanmıştır. Kitleyi peşinden sürükleyebilecek bir politik tarza ve hitabet yeteneğine sahiptir. Ayrıca sol partilerin en büyüğünün lideri konumundadır. Her ne kadar şimdiki genel seçimlerde Sosyalist Parti, 2022’ye göre milletvekili sayısını neredeyse iki katına çıkarmış olsa bile, LFI hâlâ solda birinci partidir. Yeni Halk Cephesi kendisinin üç blok arasında halktan en çok destek gören blok olduğuna göre başbakanlığın kendisine verilmesini talep ediyor. Bu mantığa göre LFI de kendi başkanı Mélenchon’un Cephe’nin başbakan adayı olarak seçilmesini talep ederse bunda hiçbir tuhaflık olmaz.
Ama Mélenchon diğer partilerden veto yiyecektir. Neden? Çünkü burjuvazinin gözünde Filistin’i savunduğu için anti-Semitik’tir. Çünkü Ukrayna konusunda NATO çizgisine boyun eğmemektedir. Çünkü AB bürokrasisi (“Brüksel”) Fransa’yı işsizliğe ve kemer sıkmaya mecbur ettiği takdirde (Fransa’nın devasa bütçe ve dış açıkları vardır) Mélenchon bu basıkları tanımayabilir. Çünkü başında Méenchon’un olduğu bir hükümet emeklilik yasasıyla uğraşacaktır. Çünkü asgari ücret yükseltilecektir. Fransa son yıllarda, aynen Türkiye gibi, işçi ve emekçilerin çoğunluğunun gelirinin asgari ücret düzeyi ve az üzerinde oluşmakta olduğu bir duruma gelmiştir. (Tabii asgari ücretin düzeyi iki ülkede büyük fark gösterir, o ayrı.) Kısacası, Fransız burjuvazisi Mélenchon’un kendi çıkarlarına taş koyacağına inanmaktadır. Reformist bir düzen partisinin lideri olarak Mélenchon bütün bunlardan yan çizebilir elbette. Ama burjuvazi korku içindedir.
Pek kim olabilir? Bizce Macron ve burjuvazi açısından en iyi aday eski cumhurbaşkanı François Hollande’dır. Yukarıda Fransa’da son dönemdeki sınıf mücadeleleri çevriminin tam da 2016’da bu Sosyalist Partili cumhurbaşkanı döneminde başlamış olduğuna işaret etmiştik. Hollande burjuvazinin mutemet adamlarından biridir. Macron’u içinde yaşadığı yalnız konumdan alarak paketleyen ve Fransız halkının başına bela olarak saran odur (Macron cumhurbaşkanlığı döneminde onun danışmanlığını yapmıştır). 2017’de beri kitap yazmaktan başka iş yapmayan bu şahıs bu seçimde yeniden milletvekili olmuştur. Bizce bu hamlenin, “deneyimli devlet adamı”nın durumu kurtarmak için burjuvazinin öngördüğü bir yedek çözüm olarak düşünülmüş olması ihtimali yüksektir. Her ne kadar cumhurbaşkanlığı dönemindeki icraatı ile kendi partisinde bile çok sempatiye sahip olmasa bile kriz anlarında devletin deneyimli hizmetkârlarına verilen öncelikten yararlanabilir. Hollande’ı burjuvazinin (faşistler dışındaki) her kanadının destekleyebileceğinin bilinmesi Fransa’daki “hükümet edilemezlik” krizinin çözümü için çok yararlı bir kozdur.
İşte bir uçta halkın çıkarlarına hitap eden programı ile Mélenchon, öteki uçta burjuvaziye sadakatini kanıtlamış Hollande. Şimdi Fransa bir laboratuvar vak’ası gibi karşımızda. Mutlaka kulak verelim, mutlaka izleyelim. Çok şey öğreniriz
“Şerefsizler ittifakı”
Marine Le Pen’in başarılı veliahtı Jordan Bardella ikinci turun gecesi yaptığı konuşmada öfkesini gizlemedi. Partisinin hak ettiği ödülden, kendisinin 28 yaşında elde edeceğine neredeyse inanmış olduğu başbakanlık koltuğundan mahrum kalmasını, RN’in karşısında bir “şerefsizler ittifakı” (“alliance du déshonneur”) kurulmasına atfetti. Ne demek istiyordu?
Bu nitelemenin anahtarı artık elimizde. Bardella has burjuva partilerinin Mélenchon ile “burnunu tutarak oy kullanma cephesi”ni oluşturmasına “şerefsizlik” olarak niteliyor. Böylece Macron ve Cumhuriyetçileri Fransız TÜSİAD’ı ya da TOBB’u MEDEF’e gammazlıyor. Zaten açıklamasının devamında “bizi engellemek için aşırı sol ile işbirliği yaptılar” diyor. Macron’un silahı kendine dönüyor! Sosyalist Parti ve Yeşiller’in, hatta FKP’nin içinde olduğu bir sola (işinde gücünde, istikrar arayan seçmeni kendine çekmek için) “aşırı sol” (!) etiketini ilk yakıştıranlardan biri Macron’un kendisi idi. Şimdi Macron ikinci turda o “aşırı” sol ile işbirliği yapmış oluyor. Bardella’nın bu hatırlatmasının ileride belki de işe yarayabileceğini kaydedip geçelim.
Sevinenlere uyarı
Faşistlerin Fransa’yı henüz ele geçirememiş olmasına sevinenleri çok iyi anlıyoruz. Bu sevinci biz de paylaşıyoruz. Ama Yeni Halk Cephesi’nin kazanmasına büyük bir sevinçle yaklaşılmasını paylaşmıyoruz. Yeni Halk Cephesi’ne güvenip faşizmle mücadelenin böyle seçimler aracılığıyla verilebileceğini sanmaktan kaçının!
Önce tarih. Yeni Halk Cephesi Fransa’nın 20. yüzyıldaki en önemli kavşaklarından biri olan faşizme karşı mücadele esnasında kurulan Halk Cephesi’nin ikinci baskısı olarak sunuyor kendini (adındaki “yeni” oradan geliyor). 1930’lu yıllarda, Almanya’da Stalinistleşmiş Komünist Partisi ile Sosyal Demokratların işçi sınıfının güçlerini bölen politikası Hitler’in iktidara yükselmesini sağlayınca Fransa’da işçi sınıfı saflarında (aynen Trotskiy’in yıllardır savunmakta olduğu gibi) bir Birleşik İşçi Cephesi politikası lehine bir atmosfer doğmuştu. Ama kurulan Halk Cephesi, Fransa’nın geleneksel burjuva akımlarından Radikal Parti’yi de içine alarak bir işçi cephesi karakterini yitiriyordu. Hem sosyal demokrat lider Léon Blum’un hem de Stalinistleşmiş Komünist Partisi’nin bundan amacı, faşizme karşı mücadele esnasında yaşanabilecek proleter yükselişinin bir devrimci krize dönüşmesinden kaçınmaktı. Radikal Parti devrime karşı bir emniyet supabıydı. Halk Cephesi 1936 seçimini kazandı. Bir ay sonra tarihin o ana kadar gördüğü en büyük genel grev patlak verdi. Halk Cephesi hükümeti bu dev yükselişin bir devrime dönüşmesini engelledi. Dört yıl sonra Fransa Nazi yanlısı “Vichy rejimi”nin hâkimiyetine girecekti!
Bu seferki Halk Cephesi de Fransa’nın sekiz yıldır biriktirdiği barutu tüketecek bir karaktere sahiptir. Yukarıda anlatılanlar Yeni Halk Cephesi’nin şu ya da bu şekilde Macronizm ile anlaşacağını gösteriyor. Mélenchon’a geçit verilmeyecektir. Verilirse emin olun ki Mélenchon ihtiyarlığında “bilge” rolüne soyunmaya karar vermiştir, burjuvazinin uygun temsilcilerine her türlü radikallikten uzak duracağına dair güvence vermiştir. Ama bu düşük olasılıktır. Yüksek olasılık Macron’un Yeni Halk Cephesi’ni bölerek Sosyalistler ile koalisyon kurmasıdır. Belki daha ileri giderek LFI’de bir darbe yoluyla Mélenchon muhaliflerini öne çıkarmasıdır. Ama her halükârda gelecek sol ile Macronizm’in bir tür ittifakı olacaktır. Oysa 2017 cumhurbaşkanı seçiminin iki turu arasında yazmıştık, yine yazalım:
“Şayet ikinci turu Macron kazanırsa, Marine Le Pen’in 2022 seçimlerinde kazanması için bütün önkoşullar hazırlanmış olacaktır. Rövanş çok tehlikeli olacaktır.”
Rövanş sadece iki yıl gecikti. 2022’de Marine Le Pen ikinci turda yüzde 42 gibi çok yüksek bir oy aldı ama Macron’u yenemedi. Ama 2024’te RN Fransa’nın en büyük partisi haline gelmiş bulunuyor. Makronizm devam ettikçe RN daha da güçlenecektir. Yoksul halkın artan bir bölümü daha kararlı olarak ön-faşizmin karanlığına kapılacaktır.
Bunu ancak örgütlü işçi sınıfının güçlerinin bir birleşik cephesi engelleyebilir. Bu, Sosyalist Parti ve Yeşiller ile olacak iş değildir. İşçi sınıfının kendi programını devrimci bir tarzda oluşturarak önce savunma düzeninde, ardından günü gelip sınıf mücadelesi yükseldiğinde taarruz düzeninde faşizme karşı göğüs göğüse bir savaşla hazırlanması gerekir.
“Zaferimiz sadece ertelenmiş oldu”
Bardella geleli Marine Le Pen polemikleri ona bırakarak daha “bilgece” laflar etme fırsatını buluyor. İkinci tur gecesinde söylediği söz örnek olsun:
“Med cezir yükselmeye devam ediyor. Zaferimiz sadece ertelenmiş oldu.”
Fransa hâlâ faşizm ile işçi sınıfı arasında bir kan davasının ana savaş meydanı olmaya devam ediyor. Kimse gardını indirmesin.