
Tüm dünyada işçi sınıfı ve ezilen halklar, büyük buhranın ve kapitalist üretim biçiminin tarihsel gerilemesinin bir ürünü olarak kapitalizmin krizinin yeni bir safhasıyla karşı karşıya. Şu anki değişimler, daha önce uluslararası burjuvazinin üzerinde uzlaştığı tüm mutabakatların; yani Bretton Woods’un ve “Washington Mutabakatı”nın, Soğuk Savaş’ın ve 1990’lı ve 2000’li yılların sözümüz ona “Yeni Dünya Düzeni”nin ötesine geçildiğini gösteriyor.
Kaba kuvvetin hak hukuk yerine geçtiği, toplumsal ve jeopolitik Darwinizmin gani gani hüküm sürdüğü, kimin gücü kime yeterse prensibinin hakim olduğu döneminden geçiyoruz. Donald Trump, bu dönemin hem habercisi hem öncüsü. Elon Musk ve avanesini bir zamanlar komünizme karşı bir tür Maginot hattı işlevi görmüş toplumsal hizmetleri biçmekle görevlendiriyor. Ancak vakti zamanında kurulan bu Maginot hattı, eski işçi devletlerinin yıkılması ya da çözülmesiyle işlevini yitirmiş vaziyette. Trump'ın emriyle ve Elon Musk'ın komuta ettiği, başını Devleti Etkin Kılma Bakanlığı'nın çektiği saldırının ardında bu sebep yatıyor.
Buna ilaveten, Trump, Amerikan ekonomisini milliyetçi bir temelde kurtarmak maksadıyla topyekûn bir ticaret savaşına girişmiş vaziyette. Bu yaklaşıma mümkün mertebe yüksek sayıda göçmenin ülkeden sınır dışı edilmesi çabası eşlik ediyor. Bu, şüphesiz, kapitalizmin krizini çözmek için ortaya atılmış, çelişkilerle malûl, ulusun ulusa karşı mücadelesini sınıf mücadelesine ikâme eden faşist yöntemdir. Ancak Trump istisna değildir: bu yaklaşım, tüm kapitalist ülkelerin burjuvaları tarafından giderek daha çok benimsenmektedir.
Dahası, Trump, eski işçi devletlerinin yerini alan devletleri dize getirmek, bu devletleri daha rahat ezebilmek için parçalamak maksadıyla Rusya'yla ve giderek Çin'le savaş planları yapıyor. Son derece çarpıcı biçimde, çatışmanın hatları eski düşman Rusya ve Çin’in ötesine geçiyor. Bu gelişmenin en önemli örneği, Trump’ın eski müttefikler ABD ve AB’nin arasında kışkırttığı çatışma ve çelişkilerdir.
Bir bütün olarak mücadeleyi daha iyi ücretler, emeklilik koşulları, kamu hizmetleri vb. ile, yahut tüm işçi ve ezilenler için daha geniş ve derin demokratik hak talepleriyle, yahut barış ve uluslararası ekonomik dayanışmayla, hatta salt savunma düzeyinde anti-emperyalizmle sınırlayan eski reformist hülyada ısrar etmenin artık hiçbir anlamı yok. Başka türlü söylersek, çıkış yolu, “kayıp cennet”i yeniden kurma derdindeki liberal burjuvazinin kuyruğuna takılmakta değil.
Ancak bir çıkış yolu var. Solun güçleri için tek çıkış yolu, her ezilen grubu diğerlerinden yalıtan biçimdeki kimlik sevdasından temelli bir kopuştan geçiyor. Bu yol, aynı zamanda daha iyi bir toplum için savaşan tüm güçleri işçi liderliğinde toplayabilmek için her ülkenin işçi sınıfına dönüşü gerektiriyor. Çıkış yolu, şu ya da bu “kimliğin” yalıtılmış taleplerinde değil, bu faşizan, aşırı sağ, şoven hareketlere işçi sınıfının gücüyle karşı durmak amacıyla bir Birleşik İşçi Cephesi oluşturmaktan geçiyor. Çıkış yolu, Avrupa’da göçmen, Müslüman, Yahudi düşmanı sürülerle ve ABD’de MAGA sokak çeteleriyle savaşmaya hazırlanmaktan, bu amaçla da fabrikalarda, okullarda, işçi mahallelerinde öz savunma komiteleri kurmaktan geçiyor. Çıkış yolu, her ulus ve halkın kuvvetleri arasında yakın bir işbirliği tesis ederek enternasyonalist bir biçimde beraber mücadele etmekten, bu çabayı da sosyalist devrimin dünya partisi demek olan bir devrimci Enternasyonal ile taçlandırmaktan geçiyor.
Çıkış yolu, Siyonizm’le savaşmaktan, Filistin’deki soykırımı ve etnik temizliği durdurmaktan, adına ne denirse densin her türlü yeni Nekbe’yi reddetmekten (adı ister Siyonistler’in sözümüz ona “özsavunması”, ister Trump’ın “Ortadoğu Rivierası” planı, isterse de Erdoğan’ın birtakım propaganda hokkabazlarının titizlikle ortaya koyduğu hicret planı olsun) ve Filistin devrimini bir Batı Asya ve Kuzey Afrika sosyalist federasyonunun parçası kılmaktan geçiyor. Çıkış yolu, tüm ulusların işçi ve ezilenlerini Filistin halkına yönelik ve emperyalizmin yardım ve yataklık ettiği Siyonist soykırıma derhal son verme mücadelesinde seferber etmekten, böylece emperyalizmin gadrine çok yakın gelecekte uğrayacak halkların nasıl savunulacağını göstermekten geçiyor.
Bu yıl, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin sekseninci yıldönümü. 9 Mayıs 1945, öncelikle Kızıl Ordu’nun, onunla beraber en batıda Fransa’dan en doğuda Kore’ye kadar birçok ülkede işçi ve köylülerin isyan ve devrimlerinin, önem sırasında ancak çok geriden gelen biçimde de Müttefikler’in askerî harekâtlarının Nazizmi ve faşizmi ezdiği gündür. Kapitalist sınıfın insanlık için oluşturduğu tehdidi savuşturacak olan, bugün de yine işçi ve köylüler olacaktır. Kızıl Ordu’nun zaferini mümkün kılan şey, Sovyet bürokrasinin tüm hata ve suçlarına rağmen Sovyet halklarının ilk işçi devletini savunmak için gösterdiği müthiş özveridir. Bugün, dünya halklarını yönetecek bir işçi devletinin yokluğunda, solun göstereceği her türlü milliyetçi yaklaşım, doğrudan doğruya felakete götürecektir. Sınıflar arasındaki büyük mücadelede galip gelebilecek olan, ancak faşizmin milliyetçiliğine sert bir darbe vuracak proleter enternasyonalizmidir.
Kahrolsun tüm ülke ve kıtalarda faşizm ve şovenizm!
Kahrolsun Üçüncü Dünya Savaşı ve Nükleer Kıyamet!
Militarizme ve Avrupa Birliği’nin ve üye ulusların yeniden silahlanmasına karşı mücadele!
NATO’dan çık NATO’yu yık!
Devrimci işçi partileri ve proleter devrimci bir Enternasyonal için ileri!
Devrimci işçi sınıfı ve dünyanın tüm ezilen halklarının birliği için ileri!
Yaşasın dünya devrimi!
Yaşasın sosyalizm!
Hristo Rakovski Uluslararası Sosyalist Merkezi
Redmed İnternet Ağı